neuf • birthday gift

12.2K 1.4K 301
                                    

Jimin, herkesin gitmesinin ardından kendisine gelen hediyeleri açtıktan sonra kendini odasındaki yatağının üzerine boylu boyunca bırakmıştı. Saat 12'ye geliyordu ve birkaç dakika sonra ertesi güne geçmiş olacaklardı.

Partinin verdiği yorgunlukla, yatağa uzanınca vücudu uyuşmuş gibi hissediyordu. Akşam yüksek sesli müzik çaldıklarından kulakları sessizliğe geçince çınlamaya başlamıştı. Beyni zonkluyordu adeta.
Üstelik bir de partide ona sırnaşan kızdan kurtulmak için o an türlü türlü şeyler kurgulamıştı kafasında. Beynini en çok yıpratan şeylerden biri de buydu.

Odasına girdiğinde ilk yaptığı şey en beğendiği hediyeyi başucuna bırakmak olmuştu. Bunu ona kimin aldığını hatırlamıyordu fakat çok güzel görünümlü bir saatti ve hoşuna gitmişti. Gri metal kordonlu saatin akrep ve yelkovanı parlak siyahtı. Oldukça şık ve pahalı görünüyordu.

Tavanı inceleyerek yatmaya devam etti Jimin. Odasının ışığı açıktı fakat diğer odalarınki kapalıydı. Aslında evde tek kaldığında genelde birkaç odanın daha ışığını yakardı veya televizyonu çalıştırırdı ama şimdilik böyle iyiydi. Sessiz, huzurlu...

Yarın evi nasıl temizleyeceğini düşünürken, içinde bulunduğu sessizlik delindi ve tüm evi inletecek derecede şiddetli bir ses duyuldu.

"Jimin!"

Biri tüm gücüyle kapıyı yumrukluyordu. Gecenin bu saatinde kim gelebilirdi?

Jimin, olduğu yerden sıçramadan hemen önce hızla yataktan fırladı ve merdivenlerden inmeye başladı. Işıklar kapalı olduğu için önünü net göremiyordu. Birkaç basamağı aynı anda atlayınca sendeledi fakat düşmedi. Merdivenin trabzanlarına tutunmayı başarabilmişti.

"Jimin, aç kapıyı!" O, kapıya yaklaştıkça ses daha da net duyulmaya başlamıştı.

Jimin, daha da hızlandı ve hemen kapıya ulaştı. Yaşadığı panik yüzünden delikten kimin geldiğine bakmayı akıl edemeyip birden kapıyı açtı ve kapıyı açmasıyla, üzerine ağır bir erkek bedeninin yığılması bir oldu. Jimin, ağzı açık bir şekilde ne yapacağını kavrayamazken, kucağına düşen beden hareketlendi ve kendini hızla ileri doğru iterek ayağıyla kapıyı kapattı. Hala ağırlığını Jimin'e yüklüyordu ve Jimin ise onu tutmaya çalışıyordu. Üzerine düşen bedenin kafası Jimin'in karnına değiyordu.

Fazla korkmuştu Jimin. Evde tekti ve kapıyı hızla yumruklayan biri içeri girip ikisinin evde yalnız kalmasına neden olmuştu.

"Neler oluyor?"

Birkaç saniye önce kucağına yığılan beden şimdi yere çökerek kapıya yaslanmıştı ve kafasını öne eğmişti. Işıkların yanmadığına lanet etti Jimin. Tüm vücudu titriyordu.

Kapıya yaslanan, kafasını kaldırınca ikinci şokunu geçirdi bu sefer. Bu Jungkook'tu. Sokak lambalarından vuran cılız ışıkta onun yüzünü tanıyabilmişti.

"Jungkook?"

Jimin, dudaklarının şaşkınlıkla aralanmasına izin verdi. Gelen kişi tanıdık biri olduğu için kendini şanslı hissediyordu. En azından katil, soyguncu veya herhangi bir şey değildi. Fakat hala kalbinin korkudan deli gibi attığını inkar edemezdi.

Çocuğun yanına çökerek o da kapıya yaslandı. Jungkook derin derin nefes alıp veriyordu, iyi göründüğü söylenemezdi.

Jimin çocuğa anlamsız bakışlarla bakarken, Jungkook "Peşimdeler." diye fısıldadı. "L-Lütfen burada ka-kalm-"

"Tamam." Ellerini oflayarak saçlarından geçirdi Jimin. "Sakin ol ve anlat." Bu kadar endişelenmesini sağlayan şeyin nedenini öğrenmek istiyordu, çocuğun alacaklı gibi kapıyı kırarcasına yumruklayarak birden içeri girmesinin nedenini.

Fakat Jungkook kafasını iki yana salladı. Birkaç kelime daha etse bayılacak gibi duruyordu. "Sonra."

"Pekala."

Jimin'in annesiyle babasının evde olmaması çocuk için büyük bir avantajdı.

Jimin, Jungkook'un karanlıkta parlayan gözlerine baktı. Çocuğun iri gözleri yorgun bakıyordu fakat buna rağmen hala güzeldi. Dudakları kurumuştu ve çatlamış görünüyordu. En azından karanlıkta seçebildikleri bu kadardı.

Birbirlerine fazla yakın durduklarını fark eden Jimin, biraz kenara kaydı. Daha ne kadar süre burada oturacaklarını bilmiyordu ama bu mesafede oturmaya devam ederlerse iyi şeyler olmayabilirdi.

"Sana su getirmemi ister misin?"

Başıyla onayladı Jungkook. Boğazı kurumuştu. Uzun süredir koşuyordu ve tüm enerjisini harcadığı yetmiyormuş gibi bir de susuzluk yüzünden bayılmak istemiyordu.

Jimin, Jungkook'u oturduğu yerden kaldırdıktan sonra koşar adımlarla mutfağa gitti ve su doldurmak için bardak arayışına koyuldu. Her yer fazla karışıktı bu yüzden bardakları bulamıyordu. Daha doğrusu bardaklar neredeydi, onu bile hatırlayamıyordu. Eli ayağına dolanmıştı.

Jimin su doldurana kadar Jungkook merdivenleri son gücüyle yavaşça çıktı ve Jimin'in odası olduğunu düşündüğü yere girerek kendini odadaki yatağa yüz üstü bıraktı. Hiçbir şey düşünecek durumda değildi, yalnızca uyuyup her şeyi unutmak istiyordu. Bedeni, çok koştuğundan dolayı yorgun düşmüştü. Zihninde çakan fişekler de cabasıydı. Son birkaç dakika içerisinde vücudu fazla adrenalin salgılamak durumunda kalmıştı. Öyle ki, Jungkook şu an sakinleşemiyordu. Kan, vücuduna hala son sürat pompalanmaya devam ediyordu.

O sırada Jimin bir bardak bulmuştu ve Jungkook'u bıraktığı yere gidip onu göremeyince endişelenmişti. Doğru düzgün nefes bile alamayan biri nereye giderdi?

Elindeki su bardağıyla, yukarı kata doğru uzanan merdivenlerin başına gitti ve bağırdı. "Jungkook-ah?"

Işıkları yakması gerekiyordu. Mutfaktan dönmesinin ardından ışığı kapatınca tekrar onu huzursuz eden karanlıkla buluşmuştu gözleri.

Merdivenleri tırmanmadan hemen önce, devre anahtarına ulaşarak ışıkları yaktı ve yavaş yavaş yukarı çıkmaya başladı. Her yeni bir basamakta farklı bir şey düşünüyordu. Çocuk neden bu saatte onun evindeydi? Ne olmuştu? Niye burada kalıyordu?

Basamakları bitirdiğinde kendi odasına doğru adımladı. Belki de Jungkook ona söylemeden çıkıp gitmişti.

Odasına girmeden önce bir süre bekledi. Koşan kendisi değildi fakat onun da kalbi en az Jungkook kadar hızlıydı. Korkmuştu. Ciddi anlamda korktuğunu düşünüyordu ve kısa süre içerisinde avuçları terlemişti bile. Saç dipleri nemliydi. Su bardağını tutan eli arada bir titrediği için merdivenlerden çıkarken ağzına kadar dolu olan suyun bir kısmının yerle buluşması kaçınılmaz olmuştu.

Odasına girdiğinde, gördüğü manzara yüzünden kaşları çatıldı Jimin'in. Elindeki bardağı kendine en yakın duran masaya bıraktı ve yatağında boylu boyunca uzanan Jungkook'a doğru yaklaşmaya başladı.
Jungkook'un suratı görüş alanına girdiğinde rahatlamıştı. Uyuyordu. Onunla konuşmak zorunda kalmamasına sevinmişti.

Yatağına doğru iyice yaklaşıp yatağı sarsmadan boşta kalan küçük yere oturdu. Jungkook'un yüzünün sağ tarafı tamamen yastığa gömülüydü. Koyu renk dağınık saç tutamları yastığa serpilmişti, bazıları yüzüne doğru kayıyordu. Dudakları hafif aralık ve ıslaktı. Biraz önceki çatlamış dudaklarını diliyle yalamış olmalıydı.
Onu incelemeye devam etti Jimin. Çocucuğun kısa kirpiklerini bile sayabilecek kadar uzun bakmıştı ona. Yüzündeki benleri, sivilcelerin bıraktığı küçük izleri, burun hatlarını, dudak kıvrımlarını... Hepsini şimdiden ezberlemiş gibiydi.

Jungkook ise kendisine bakıldığını fark edemeyecek kadar yorgundu.
Jimin ayağa kalktı ve Jungkook'un ayakkabılarını çıkardıktan sonra, dolabından aldığı ince örtüyü çocuğun üzerine yavaşça bıraktı.

Odasına girilmesini bile sevmeyen Jimin, şimdi Jungkook'u kendi yatağında yatırıyordu.

Odanın kapısından çıkmadan hemen önce bakışları komodininde duran en çok beğendiği hediyeye kaydı. Ardından ise yatağında mışıl mışıl uyuyan Jungkook'a.

Belki de bu doğum gününde aldığı en güzel hediye O'ydu.

DNA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin