Bölüm 16

74 10 0
                                    

Multide Egemen BARLAS

Kitabı düzenliyorum. Ama çok beklettim. Özür bölümü gibi olacak sanki.

Hala benden vazgeçmeyenlere iyi okumalar.

Egemen'den

Bir bebeğin canını yakacağını bile bile büyük bir aşkla oksijeni içine çekmesi gibidir bu. Bilmek ister insan, ne olduğunu, kim için ne anlam ifade ettiğini, ya da edemediği anlamları, yıktığı duvarları, yaptığı enkazları... Sadece öğrenmek ister insanoğlu. Bildiğinde ona kazandıracağı bir şey olup olmamasını umursamadan ilmetmek, hissetmek ister. Ama mutlu etmez bu onu. Sadece bilmiş olur işte. Boş boş... Ona faydası olup olmamasını umursamadan öğrenmek istediği çekici bilgi, gözü önünde kılık değiştirir. Mutsuzluğa mahkum eder insanoğlu. Aslında işi yapan, bilgi değil insanın ta kendisidir. Nasıl öğrenmek istediğini unutan da odur ve kendini mutsuzluğa mahkum eden de. Bilmek en iyisi değildir bazen ama bunu kabullenmek en zorudur işte.

Zora sadece güçlü ruhlar gülebilir.

Bilmek ve anlamaksa bambaşkadır. Bildiği birçok şeyi beyninin arka köşesindeki o çöplük görevi gören yere atık umursamamak gibi bir hakkı vardır insanın. Yönetebilir beynini. Esareti yok edebilir. Görmemesi yok eder o bilgileri ve getirdiklerini. Anlaması ise bombanın piminin çekilme anı gibidir. İnsanın anlamadığı, sadece ilmettiği bombalar gibi değildir bu. Beynindeki o çöplüğe atsan da fark etmez. Patladığında da hasarı sadece beyinde esaretine devam etmez zaten. Yüzüne, kalbine, hayatına... Hasar ruhuna sıçrarsa eğer, kimse acımaz sana ve ruhunun kokuşmuş leşini serbest bırakırlar bir uçurum kenarında. Bedenini ise mahkûm ederler bu üç boyuta. Aşamazsın.

İzin vermezler.

Ruhuna sıçrayan o hasarın sebebini, o bombayı, pimini çekip beyninin çöplüğüne yollayan insanlardan biri dahi gelip bakmaz sana. Ruhun kimsenin umurunda olmaz. Ve sen bunu kabullenmemek için iyi rolü yaparsın. Fark etmediler bile, ne kadar iyi oyuncuyum, dersin bir de. O ruhsuz bedenini gülmeye zorlar, biraz daha oynarsın umurunda olmayan insanlara.

Biliyordum. Babamın benden nefret ettiğini bütün hücrelerimle ilmetmiştim. Yıllarda gerçekleşmişti bu. Bir müddet verilmemişti bana buna alışmam için. En baştan beri vardı bu. En baştan beri sevgi değildi başucumdaki; nefretin ta kendisiydi. Ki doğruyu söylemek gerekirse bilmiyordum o kelimeyi, iki heceyi, beş harfi. Biliyordum aslında ama anlamıyordum sevgiyi. Tek bildiğim duygu buydu: nefret. En acısından olanını hissediyordum en başından beri. Tek kimsem, babam nefret ediyordu benden. Annem yoktu. Bir teyzem vardı fakat kim olduğunu dahi bilmiyordum, benim için sadece bir yabancıydı. Ben sekiz yaşına kadar biliyordum bu kelimenin anlamını, fakat anlamıyordum işte. Tek anladığım, hissettiğim duyguydu nefret; altı harfte can bulmuş, beni boğmaya çalışıyordu.

Ya da sadece ben öyle sanıyordum.

Evet evet. Tek olan buydu. Kendimi kandırıyordum. Kendime oynuyordum.

Nefreti biliyordum, tahmin ediyordum neler hissettirebileceğini ama umurumda olmuyordu. Babamın bana bu şeyle dolu olduğunu biliyordum lakin anlayamıyordum onu. Neden, sorusuna bir cevap bulamıyordum. Yoktu çünkü. Bir babanın tek kimsesi olduğu tek kimsesinden, oğlundan nefret etmesi için bir sebep yoktu. Olamazdı! Olmamalıydı!

Ama vardı. Fakat ben bunu hala anlamıyordum.

Babam iyi bir baba değildi belki ama iyi bir aşık, iyi bir sevgiliydi. Sadıktı. Oğluna ihanet edecek kadar sadık bir aşıktı. Ve benim tek dileğim vardı: Bir gün babamı anlayacak kadar, hatta onun duygularına tuttuğum aynayı aradan kaldırıp ona hak verecek kadar sevmek istiyordum.

Uçurum KenarındaKde žijí příběhy. Začni objevovat