Bölüm 6

234 137 14
                                    

Derin'den

Ben kimim? Umudun simgesi olarak görürdüm kendimi daima; mavi gözlerimle, geniş gülümsememle, sinirimin ve hüznümün bir sigara dumanı gibi kısa sürede yok olmasıyla, mutlu olmak için birçok kişinin göremeyeceği kadar çok sebep görüp sürekli gülmemle, her an en iyisini düşünmemle, beni deli olarak görmelerini umursamadan boş yere attığım kahkahalarla...

Yaklaşık iki üç yıl önce bunlara bir de kısacık saçlarımı maviye boyayarak bir madde daha ekledim. Burak'ın intiharından sonra hiç ağlayamamış ve kendimi onun bir gün geleceğine ve benim ondan hesap soracağıma inandırmıştım. Yapamadığım tek şey ağlayamamak değildi. O günden sonra hiç dans etmemiştim mesela. Hiç Son Feci Bisiklet dinlememiştim. O günden sonra denize, uçurumlara küsmüştüm. Özellikle de çocukluğumdan beri kaçış noktam olan o lanetli uçuruma... İnsanlar bana Burak gibi 'maviş' diye seslenmesin diye Ankara'ya gelirken vazgeçmiştim mavi gözlerimden. Şimdiyse Burak'ın geleceğine dair hala umut beslediğimin simgesi olan her şeyden vazgeçiyorum. İlk adımım ise karşımdaki sahnede dans etmekti.

Gözlerimdeki buz gibi ifadeyle üzerimdeki sweatshirtü çıkarıp bavulumun üzerinden tuttuğum ceketle beraber bavulun yanına bıraktım. Üzerimdeki sporcu atletinin uçlarını içine katladım ve göbeğimi açıkta bıraktım. Yıllar sonra dans edecekken üzerimde böyle spor şeylerin olması gülünçtü. Ruhsuzca gülümsedim ve hızlı adımlarla sahneye çıktım.

Bir grup insan enstrümanlarını çalarken en önde ismini Egemen olarak hatırladığım çocuk vardı. Fazla oyalanmadan o çocuğa doğru yürüdüm. Gözleri kapalıydı ve ağzı kımıldıyordu. Muhtemelen şarkıyı söylemeye devam ediyordu ama benim kulaklarımdaki ses ona değil Burak'a aitti. Onunla son yaptığım düetten sesler vardı kulağımda rahatsız edici bir uğultuyla. Ama bizim düetimizdeki tek oyuncu biz olduğumuzdan dolayı her hangi bir enstrüman sesi yoktu. Derin bir nefes alarak aklımdaki bütün şeyleri sildim ve Burak'la olan düetimize odaklandım. Daha önce de bu anı kafamda yaşamıştım ama hiç bu kadar gerçek değildi. Hiç bu kadar hissetmemiştim onu.

Derin bir nefes alıp yaşlı gözlerimi yanımdaki sırdaşıma çevirdim. "Bir şey söylemeyecek misin?" diye mırıldandım sessizce. Yine kaçmıştık her şeyden. Şehirden, gürültüden, insanlardan... Kısacası dünyadan... Yine uçurum kenarındaydık. Burada bir melodiyi andıran dalga sesleri, nefeslerimiz ve bizden başka kimse yoktu.

Burak bakışlarını aniden kaldırıp "Son Feci Bisiklet'in 'bu kız' şarkısını hiç dinledin mi?" diye sordu. Ne alaka olduğunu sorgulamadan cevap verdim. "Henüz değil."

Aslında dinlemiştim. Hatta çok sevmiştim ama aşık olduğum o sesten dinlemek istediğim için böyle bir cevap vermiştim. Burak'ta biliyordu zaten dinlediğimi. Beraber de dinlemiştik ama henüz hiç onun sesinden dinlememiştim. "Söylememi ister misin?"

Burnumu çekip kafamı hızla aşağı yukarı salladım. Sonra aklıma gelen şeyle Burak'a baktım ve "Ama müzik yok ki," dedim hüzünle.

"Dalga sesleri var," dedi ve kıvrak bir hareketle ayağa kalktı. Ellerini bana uzattığında ellerini tutup bende ayağa kalktım. O denizi, bense onu izlerken aşk kokan sesiyle 'bu kız' söylemeye başladı.

Bu kız beni sever

Deli gibi...

Bu kız beni öldürür

Valla yapmam. Kıyamam ki...

Bu kız bana güzel hayaller gördürür

Yeter ki sen iste...

Bu kız beni tutar ve kendine çeker

Yok canım. Daha neler?

Bu kızla bana bir oda bir yatak bir kütüphane yeter

Belki ilerde yeter...

Belli ki bir sır vardı onun sesinde

Evet, var. Sevgim, tek sırrım...

Her düşündüğümde onu beyaz elbisesinde

Sen düşün de, nasıl istersen öyle düşün...

Bela bulur beni ve uyku kaybolur gibi

Bende 'gibi' yok. Sen varsan uykuya gerek yok zaten. Ya sende?

Bu kız beni görünce gülümser

Her zaman...

Bu söylediklerini benim için düşünmesi için her şeyi yapabileceğimi fark ettiğimde sesimin kargaya benzemesini umursamayarak bende Burak'a eşlik ettim. Benim sesim onun sesinin yanında ne kadar kötü kalsa da Burak gülümsedi ve şarkıyı söyleye devam etti. Ama hala bana bakmıyordu. Bana karşı böyle hissetmediği için olduğunu bilirken içimi bir hüzün kapladı. İçimdeki hüznü dışarı vurmamak için kocaman gülümseyip bende kafamı denize çevirdim.

Bu kız beni sever

Ben seviyorum da, ya sen? Sen seviyor musun?

Bu kız beni öldürür

Ben öldüremem. Ama sen öldür. Olur mu? Senin ellerinde öleyim.

Bu kız bana güzel hayaller gördürür

Elimden geleni yaparım. Ama ister misin, bilmiyorum.

Bu kız bana güzel yalanlar söyletir

Sen beceremezsin ki yalan söylemeyi. Ben yaparım ama. Merak etme.

Bu kız bana yeni bir takım şeyler öğretir

Sen bilirsin ki her şeyi. Sana öğreteceğim tek şey güven...

Her gece yalpalayaraktan giderim kapısına

Gel tabii. Dertleşiriz, konuşuruz...

Biliyorum saat çok geç ama yine de beni suçlama

Hiç suçlar mıyım?

Bebek, sevişmek ne demek?

Bence onu evlenince konuşalım Burak.

Çizgi film-

Biz susmamıştık ama bizim sesimizi bastıran büyük bir ses doldurunca kulaklarımızı, susmak zorunda kalmıştık. Arkama baktığımda takım elbiseli, ellerinde silah olan birkaç tane adam görmüştüm. Dört saniye sonra bir kez defa ateş edildi ama ateşlenen silah, bizim gördüğümüz adamlardan birine ait değildi. Üst üstüne üç kez daha silah sesi duyduğumda korkuyla Burak'a baktım. Kafasını olumlu anlamda salladı ama niye böyle bir şey yaptığını henüz anlamadan zaten birkaç adımlık olan yolu koştu. Elimi tuttuğu için bende onunla gitmiş oldum. Yalnızca saliseler sonra artık boşluktaydık. Boşlukta...

Elim ayağım boşalırken direnmeyerek kendimi yere bıraktım. Sanırım artık kulaklarım işlev görüyordu. Çünkü kulak zarım alkış tufanı ile neredeyse patlayacaktı. Kendimi yere atmam tam da şarkının sonuna denk gelmişti sanırım. Şarkı söyleyen çocuğun sesini duyduğumda kendime geldim.

Neşeli olması gereken ama daha çok düz çıkan ve arkasında sinir barındıran bir sesle "Teşekkür ederim," dedi. Saçlarım görüş açımı kapattığı için şu an ne yaptığını göremiyordum ama içimden bir his bana yaklaştığını söylediğinde aniden ayağa kalktım ve ne bardaki insanların rahatsız edici bakışlarını, ne arkamdan bağıran sesi, ne Hançer'i, ne de sahnenin arkasında bıraktığım bavulumu umursamadan koşarak sıyrıldım kalabalığın arasından. Bardan çıktığımda yine durmayarak koşmaya başladım. Nereye gittiğimi, ne kadar hızlı gittiğimi, ağlayıp ağlamadığımı bilmeden koşuyordum. Belki de yürüyordum, hatta belki hala barda sahnedeyim, bilmiyorum. Kendimi Ankara'nın yabancı sokaklarında değil, Mersin'in tuzlu suyunda hissediyordum. Gözlerimi kamaştıran beyaz ışığın Ankara'daki yabancı sokaklarından mı yoksa Mersin'in tuzlu suyundan mı geldiğini bilmesem de yerle buluşan bedenimin Ankara'da olduğuna emindim.

Uçurum KenarındaWhere stories live. Discover now