Bölüm 10

222 125 87
                                    

Derin'den

Omzumun üzerinden abime bakarken dudaklarımı kısa bir süre birbirine bastırdım. Kafamı usulca salladıktan sonra önüme döndüm ve mutfağa yönelttim adımlarımı. Abim hiçbir zaman umuda inanmamıştı. Umut etmenin insanları daima hayal kırıklığına uğratacağına körü körüne inanmış bir adamdı o. Bunun yegane sebebin onu daha beşikte terk eden annesi olduğu bilmekse ona hak vermeye itiyor beni. Umut Hançer, onu beşikte terk eden annesi yüzünden, hem isminden hem kimliğinden hem de umuttan geçmiş bir adamdı. Bense... Bense yalnızca bir çocukluk aşkı için yıllardır olmayan bir şeye tapmıştım resmen. Umuda... Ama hayır. Burak çocukluk aşkı falan değildi. Ben ona hala aşık olduğumu hissediyordum. Hala ona olan nefretim gün yüzündeydi.

Mutfağa girip hemen mutfak masasına yöneldim. Zaten Toprak abi tostları servis etmişti ve şimdi de çayları dolduruyordu. Masaya oturduğumda içeri giren Hançer'in homurdanmasıyla kafamı kaldırıp ona baktım. Çatık kaşlarıyla Toprak abiyi izliyordu. Birkaç saniye daha boş boş izledikten sonra dudaklarını araladı ve "Ben çay içmem," diye homurdandı.

Toprak abi Hançer'e kısa bir bakış atıp işine geri döndü. Hançer'in bakışları bana döndü ve emredercesine konuştu. "Derin, kahve yap bana!"

Tek kaşımı kaldırıp ters bir bakış attım. Tamam, Hançer olabilirdi o ama benim de bir Hançer olduğumu unutmaması gerekiyordu. Yeni siyah gözlerim onu bezdirmiş olacak ki benimle uğraşmayı bıraktı ve kahve makinesine yöneldi. Topak abi çayları getirdiğinde biraz bekledim. Kendi çayına şeker attıktan sonra çay kaşığını çıkarıp masaya bıraktı. Kendi çay kaşığımı çıkarıp onunkini aldım ve çayıma batırıp çıkardım. Bu kadar şeker benim için yeterliydi.

Sessiz birkaç dakika sonunda tostumun neredeyse yarısını yemiştim ve çayımı da bitirmiştim ama soğuk üzerimdeki hırkayı delerek derime batarken rahat edemiyordum. Elimdeki tostu tabağa bıraktım ve kısık bir sesle Toprak abiye hitaben "Eline sağlık," diye mırıldandıktan sonra masada yavaş hareketlerle kalktım.

Toprak abi kafasını kaldırıp bir bana bir de bıraktığım tosta baktı şaşkınca ve sonunda "eğil bakayım," dedi. Eğilsem ateşime bakacağını anladığımda hızlı adımlarla mutfaktan çıktım. Daha önce ateşim olduğunda beni buzlu suya sokmuştu. Bu riski alamazdım.

Koridora çıktığımda arkamdan seslenmesini umursamadan yatak odasına girdim ve dolabının üzerinde olan yorgana uzandım. Yorgana boyum yetişmese de parmak uçlarımla aşağı çekebilmiştim. Yorgan yere düşünce şansıma küfrettim. Yorgan maviydi. Düne kadar olmazsa olmazım olan bir şeyden bugün köşe bucak kaçmam ironikti ama gerçekleri bilen biri bunu ironik bulamazdı. Yorganı kucaklayıp yatağa yöneldim ve yastığın birini alıp odadan çıktım. Mutfağa hiç bakmadan salona yöneldim ve üçlü koltuğun yanına yorganı attım. Koltuğa uzanıp yastığı iki bacağımın arasına hapsettim ve yerdeki yorgana uzandım. Aniden gelen öğürme isteğiyle yorgana uzanmış olan kolum ağzıma kapandı. Midem çalkalanırken hızlı hareketlerle doğruldum ve banyoya koştum. Hançer'in ve Toprak abinin içeriye girmemesi için hızlı bir hareketle kapıyı kilitledim ve klozetin yanına çöküp midemi boşalttım.

Ne zaman ateşim çıksa midem yerle bir olurdu. Daha önce birkaç kez havale tehlikesiyle karşı karşıya kaldığımda, kusmamdan anlamışlardı ateşimi. Uzun zamandır olmuyordu bu. Bünyem çok sağlam olmasa da ruhum sağlam olunca dayanıyordum. Ama bugün ruhum da yerle bir olduğundan tutunamıyorum bir şeylere.

Midemin tamamen boşaldığını hissettiğimde hiç değilse bağırsaklarımdakiler bana kalamalı, diye düşünerek doğruldum yavaşça. Lovabaya yaklaşıp ağzımı çalkalarken kapının önünden sesler geliyordu. Hançer ve Toprak abi benim hakkımda konuşuyorlardı muhtemelen. Ağzımı çalkaladıktan sonra musluğu soğuk tarafa çevirdim ve avuçlarıma doldurdum soğuk suyu. Ellerim dolmuş olmasına rağmen bir müddet yıkamadım yüzümü. İzledim öylece suyu. Su berrakken deniz neden mavi ki acaba? Yıllardır düşündüğüm bir şeydi bu.

Kapıya aniden hızlı bir şekilde vurulmasıyla irkilerek kendime geldim ve ellerimdeki suyu yüzüme çarptım. Yüzümdeki uyuşmuş kasların tekrar işlev görmeye başladığını hissederken bu işlemi birkaç kez daha tekrarladım. Yeterli olduğunu düşündüğümde doğruldum ve aynadaki berbat yansımamla göz göze geldim. Ben şu kapının önündeki iki meteordan biri olsaydım beni bu eve sokmazdım. Kesinlikle ne bu eve, ne onların yanına, ne Burak'a, ne Ankara'ya, ne Mersin'e, ne babama, ya da her neyse işte, bu dünyaya yakışmıyordum.

Gözlerimi sıkıca yumup sesli bir şekilde inledim. Ellerime yüzüme kapattığımda gerçekten ateşim olduğunu kendim bile fark etmiştim. Ellerim her daim soğuk olurdu. Bu yüzden yüzüm hep sıcak hissederdim ama şu an yüzüme dokunduğuma ateşe değmiş gibi hissediyordum.

Ellerimi son bir kez daha yıkayıp klozetin sifonunu çektim ve kapıyı açtım. Hem Hançer hem de Toprak abi vardı kapının önünde. Onları umursamadan salona, yatağıma geri dönmeyi planlayarak adımladım. Toprak abinin yanından geçerken kolumdan tutup durdurdu beni. Kimi kandırıyorsam artık? Bu iki koca adam varken bu kapının önünde, benim yatağıma ulaşmam sadece bir hayaldi. Hayaller için umut lazım değil mi? İşte o, bugün beni terk etti.

Elinin tersiyle anlıma dokunan toprak abiye diktim gözlerimi. Gözlerini araladı ve bana bakarak "Git, yat," dedi. Kafamı hafifçe sallayıp yürümeye başladım ama birkaç saniye içinde hırkamın kapüşonundan tutulup geri çekildim. Hançer beni yavaşça çektikten sonra önüme geçti ve hırkanın fermuarını açıp "Önce bunu çıkarıyorsun, küçük hanım," dedi. Üşümek, abimi çekmekten daha iyi bir seçenek olduğu için itiraz etmeden çıkardım parfüme bulanmış olan hırkayı çıkardım ve abime uzattım. Üzerimde o varken bile üşüyordum ama şu an kelimenin tam anlamıyla donuyordum. Yine de umursamayıp salona yöneldim ve kendimi yere, yorganın üzerine attım.

Gözlerim benden izinsiz bir şekilde kapanmıştı belki ama hala işitme sistemim ve bilincim açıktı. Muhtemelen Toprak abiye ait olan ayak sesleri geldi ve bacaklarımdaki ve sırtımdaki eller ile yerimden kaldırıldım. Biraz sarsıntılı da olsa, kısa bir yolculuğun sonunda yumuşak ama yine ve yine parfüme bulanmış bir yataktaydım. Bilincim de gözlerime uyarak ama bu defa izinli bir şekilde kapanırken Hançer'in ateşimi ölçtüğünü ve küfrettiğini duydum. Sonrasıysa yok.

Bilincimin ne kadar olduğunu bilmediğim bir zaman sonunda açıldığını hissederken, gözlerimi de ona uyarlamaya çabalayarak araladım. Biraz zor da olsa göz kapaklarımı ayırmak, başardığımda etrafıma baktım ve hemen başucumda Toprak abinin dikildiğini fark ettim. Ağzım kurumuştu.

Toprak abi henüz uyandığımı fark etmediği için sessizce "Abi," diye mırıldandım. Gözleri bana döndüğünde konuşabilmek için yutkundum ve "Su verir misin?" dedim kısık bir ses tonuyla. Kafasını sallayıp kapıya yöneldi. Bir dakika kadar bir zaman sonunda elinde bir bardak suyla geri döndü. Yerimde doğrulup oturur pozisyona geldim ve Toprak abinin bana uzattığı bardağı iki elimle kavradım. Su soğuktu. Bu mevsimde soğuk suyun bulunmasına şaşırmayı es geçip dudaklarıma götürdüm bardağı. Küçük bir yudum alıp duraksadım. Hançer?

Kafamı kaldırıp bana bakan toprak abiye diktim gözlerimi. "Abim nerede?" diye sordum beklenti içinde. Burada bana Toprak abi bakarken çekip gitmiş olamazdı, değil mi? Olmamasını umarak beklenti dolu gözlerle baktım karşımdaki adama. Gözlerini kaçırıp "Gitti o," diye mırıldandı.

Dünyanın en değerli sorusunu sundum toprak abiye. "Neden?" Elini ensesine atıp kaşıdı. Bu kendini köşeye sıkışmış hissettiğinde yaptığı bir şeydi. "Abi!" dedim söylemesine teşvik etmek için.

"Sayıkladın da biraz," dedi gözlerini gözlerimle buluşturmamak için büyük bir çaba sarf ederken. Kaşlarım çatıldı. Gözlerimiz kısa bir anlığına buluştuktan kısa bir zaman sonra dudaklarımı araladım ve korktuğum cevabın sorusunu sordum. "Ne dedim?"

Gözlerini gözlerime dikip tek bir defada söyleyip kurtulmak ister gibi konuştu. "Burak'ın adını sayıkladın. Bir de," deyip duraksadı ve tek nefeste bitirdi konuşmasını. "'Aşkım, aşığım' gibi bir şeyler dedin."

Uçurum KenarındaNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ