Bölüm 4

299 171 28
                                    

Derin'den

Önümdeki dev adam arkama biraz korku biraz telaşla bakarken benim kolumdan tutup kenara çekti. Arkamdakinin kim olduğunu gerçekten merak ediyordum ama dev adam öyle bir sıkıyordu ki canım, merakımı geri plana atacak kadar çok acıyordu. Yüzümü buruşturup "Bırak," diye inledim. Ama dev adam beni duyuyor gibi değildi.

"Bırak dedi." Duyduğum tanıdık, sakin ve otoriter sesle karşımdaki dev adam afalladı ve sanki elektrik varmış gibi hemen ellerini üzerimden çekti. Ben kolumu ovuştururken Hançer nazik olmayan ama yine de canımı acıtmayacak bir şekilde beni mekanın içine doğru itekledi. Hiç konuşmadan barın arka tarafına yürürken ben de onu takip ettim. İçkiye sığınmış aciz insanları ve rahatsız edici bakışlarını umursamadan...

Sonunda bir kapının önüne geldiğimizde Hançer cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı ama benim içeri girmeme izin vermeden önümde durdu. Sonra yumuşak ve alaylı bir ses tonuyla "Taylan, işin ne kadar sürer? Biz çıkalım, sonra geliriz. Ha? Ne dersin?" dedi.

"Yok ağabey, olur mu öyle şey? Hemen çıkıyorum ağabey. Mesa-" Ağabeyim daha fazla konuşturmadan benim yerimden zıplatacak bir ses tonuyla "Çık!" diye bağırdı ve kapıyı tamamen aralayıp çıkmalarına izin verdi. Kapıdan önce yapılı ve bir o kadar da öz güvensiz bir adam, daha sonra yarı çıplak, kırmızı dudaklarını sonuna kadar germiş olan bir kadın çıktı. Onlar çıktıklarında Hançer içeri girdi ama benim kadınla aramda olan göz teması henüz kesilmemişti. Pis sırıtışıyla bir de göz kırptığında midemin bulandığını hissettim.

Kadını boş verip bavulumu sürükleyerek odaya girdim. Oda da yalnızca bir yatak, dolap ve ikili koltuk vardı. Yatağın çarşafı bozulmuştu. Hançer'e baktığımda koltukta yayılmış bir şekilde oturuyordu. Konuşmak yerine tavanı izleyen ağabeyimin yanına oturmak cazip gelmeyince yere, bavulumun yanına oturdum ve dizlerimi kendime çekip başımı dizlerime yasladım. Yer sıcacıktı.

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama bir anda gelen cesaretle konuşmaya başladım. "Babam biyolojik babam değilmiş." Bunu söylerken başımı kaldırmamıştım. Hançer'in nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyordum. Her ne kadar Hançer'le aram babamla olduğu kadar iyi olmasa da üvey kardeş gibi de değildik. Ufak tefek çekişmelerimiz hep olsa da birbirimizden değerli bir şeyimiz yoktu.

Hançer söylediğim şeye uzun zaman bir tepki vermeyince gerçekten söyleyip söylemediğime emin olamadım. Belki de yalnızca içimden geçirmiştim. Cesaretimi toplayıp kafamı hafifçe kaldırdığımda hala tavanı izlediğini fark edip belki de on yıldır yapmadığım bir şeyi yaptım. "Abi?" diye mırıldandım sessizce. Abime yıllardır küçüklü büyüklü herkes Hançer derdi. Ben de ona 'abi' değil 'Hançer' derdim. Her ne kadar annem ve babam 'abi' dememi istese de Hançer böyle istediği için yıllardır ona böyle sesleniyordum.

Birden yerinden kalkıp bana doğru gelmeye başladı. O öyle hızlı hızlı gelince refleks olarak ben de hemen ayağa kalktım. Tam karşıma gelince başını kaldırdı ve ilk kez gözlerime bakarak konuştu. "Fark eder mi? Biyolojik ya da değil. Lisede de sevmezdim bu biyolojiyi." deyip yüzünü buruşturdu. Hançer hiçbir dersi sevmezdi ama benim aksime bütün dersleri mükemmeldi. Bilkent üniversitesinde hukuk okuyordu. "Beni bilirsin, sevmediğim şeyi yok sayarım." dedi gülerek.

Son söylediği onun için belki sadece öylesine bir şeydi ama benim için paha biçilemeyecek derecede değerliydi. Kendimi 'Ben Derin Hançer'im' diye kandırmadığımın kanıtıydı. Gerçekten 'Derin Hançer' olduğumun kanıtıydı. Gözlerim dolarken ellerimi ağabeyimin beline gevşekçe dolayıp başımı omzuna yasladım. Benim küçük hareketlerime karşılık o bana kocaman sarılıp hafifçe yerden kaldırdı. Yaptığı şeyle birlikte küçük bir çığlık attım ve hemen bacaklarımı ona doladım. Bu küçüklükten beri oynadığımız bir çeşit oyundu. Kollarımı boynundan ayırıp kendimi geriye attıktan sonra kahkaha atıp yere ellerimi sürtüp geri kalktım. Kalkar kalkmaz ağabeyime sıkıca sarıldım.

Kapı aniden açılınca irkildim. Toprak abinin olabileceğini düşünerek omzumun üzerinden arkama baktığımda o olmadığını anladım. Uzun boylu, yapılı, esmer, benden en fazla birkaç yaş büyük olan, tanımadığım bir çocuktu gelen. "Hançer sen misin?" dedi buz gibi bir sesle. Burada çok vakit geçirmediği çok belliydi. Buraya bir kez uğrayan bir bile abimi unutamazdı. Bana değil abime bakıyordu. Sanki bir suç işlemişim gibi kendimi yere attım.

Hançer bana 'ne yapıyorsun?' bakışı attıktan sonra kapıda dikilen çocuğa döndü ve onaylamadan sorguladı. "Sen kimsin?"

"Egemen Kaya." Biraz duraksadıktan sonra baş parmağıyla arkasını işaret ederek "Bu gece burada sahne alacağım." dedi. Bu çocuk, az önce bu odadan çıkan Taylan'ın aksine buram buram öz güven kokuyor, diye geçirdim içimden.

Hançer ters bir işaretle gitmesini belirttiğinde çocuk bana saniyelik bir bakış atıp gitti. Hançer bana dönüp sorgularcasına baktı. Kafamı iki yana sallayarak gelmeyeceğimi anlattım. Bu çocuğun öz güveninin arkasında neler olduğunu merak ediyordum ama buraya gelirken soluduğum o pis havayı tekrar solumak cazip gelmiyordu.

Üzerimdeki ceketi çıkarıp bavulun üzerine koydum. Üzerimde siyah bir tayt ve sweatshirt vardı. Ayaklarımı ise metal detayları olan siyah botlar sarıyordu. Daha fazla bu ortamda yok olan oksijenin benim akciğerlerimden de geçmemesini istediğimden bavulumu arkamdan sürükleyerek odadan çıktım.

Koridorda ilerlerken ellerimi saçlarıma götürdüm ve saçlarımın özgürlüğünü kısıtlayan tokayı cezalandırmak istercesine saçlarımdan ayırdım. Mavi saçlarım sırtımı döverken adımlarımı hızlandırdım.

Saçlarım koyu renklerdeydi ama uçlarında üç santimetrelik bir mavilik vardı. Burak'ın arabası uçurum kenarında bulunduğunda önce bütün hayatımın değiştiğini, onun bir daha asla olmayacağını düşünüp saçlarımı kesmiştim. Burak'ın sevdiği saçlarımı kimse sevmesin diye... Daha sonra onun cesedi bulunamadığında belki yaşıyordur diye o kısacık saçlarımı maviye boyamıştım. Umudumun simgesi olsun diye... Şimdi uzun saçlarımın ucunda yaklaşık üç santimetrelik bir mavilik, bir umut simgesi taşıyordum.

Uzun koridorun sonundaki odadan bara doğru yürürken yine o gelmişti aklıma. Kendi gelmekle kalmamış, bencilce aşkını da kafama sokmuştu. İçeriden gelen yüksek şarkı, aniden kesildi ve birkaç saniye sonra o tanıdık melodi doldurdu kulağımı. En son Burak'ın sesinden dinlediğim bu şarkı... Kulaklarımı dolduran melodiyle duraksadım. Benim ayaklarım gitmemek için direnirken, Hançer bara çıkan kapıyı geçip gitti.

İşte şimdi bir karar vermem gerekiyordu. Güçlü olup bardaki o sahneye çıkıp üç yıl sonra, bizim şarkımız çalarken, yanımda o yokken dans mı edeceğim? Yoksa üç yıldır yaptığım gibi korkakça onu ölmediğine ve bir gün geleceğine, bir gün ondan hesap soracağıma kendimi inandırıp bu barı terk mi edeceğim? Düşünceler beynimi kemirirken yalnızca Burak'tan ve son feci bisikletten dinlediğim şarkı, bana yabancı bir sesle kulaklarımı doldurdu.

Bu kız beni sever...

Seviyor muyum gerçekten? Hayır. Ben onu sevmeyi o gün bıraktım. Aşığım ben ona. Ya da nefret ediyorum. Aynı şey değil mi sonuçta?

Bu kız beni öldürür...

Ben miyim onu öldüren? Hayır. Ben katil değilim. Onu öldüren aşkın ta kendisi. Ya da bencilliği. Ne fark eder?

Bu kız bana güzel hayaller gördürür...

Ben mi? Ben ve güzel hayaller? Aşk ve sevgi der gibi hissettim kendimi. O kadar zıt ki...

Bu kız beni tutar ve kendine çeker... Bu kızla bana bir oda bir yatak bir kütüphane yeter...

Bu zıtlık beni fazla rahatsız ettiğinde daha fazla orada dikilmeyerek yürümeye başladım. Barı, arka tarafla ayıran kapının önünden geçtim ve koridorun daha da ilerisinde olan kapının önünde durup derin bir nefes aldım. Daha sonra kendime düşünmek için vakit tanımadan kapıyı açıp kendimden uzaklaştım. Bir daha geri dönmemek üzere...

Uçurum KenarındaWhere stories live. Discover now