Hoşçakal Sevgili...

3.9K 70 98
                                    

                    
“N-ne saçmalıyorsun sen ?”

“Bak saç-“ kestim sözünü ilerde değil sözünü kesip konuşmasına mani olmak ağzından çıkacak tek bir harfle hayata tutunacağımı bilmeden

“B –ben senden evlilik teklifi beklerken senin şu yaptığına bak.  Özel görev ha özel görev sen ve senin özel görevlerin. “Özenle hazırladığı masa…  Benim o masayı gördüğümdeki sevincim , umutlarım… Onun benim içimdeki zar zor toparladığım umutlarımı kıran o sözleri… Masada benim tarafımdan kırılan her şey…  Hepsi hepsi yok etti bitirdi sandım beni. Sandım ki o gün kadar yıkılmam bir daha insanoğlu değil mi işte hep sanar hep yanılır…

“Bu çok önemli gerçekten önemli o kadar çok insanın hayatı kur-“

“Hayatı kurtulur evet peki ya senin benim hayatım. Hiç oturup düşündün mü? Ben bunu Hilale söylesem onun fikrini alsam ? Hayır düşünmedin neden düşünesin ben hep seni beklerim hep buradayım hep seni merak ederim? Onca yaran  beren  sayısız kurşun izin var. İlişkimizin yarısı hastanede öteki yarısı seni merak etmekle geçiyor. Ben her gözümü kapattığımda o yara izlerini görüyorum sıtında , göğsünde ,kolunda… canım yanmıyor biliyor musun ? Canım gidiyor. Sen bu kadar acıyı bana reva mı görüyorsun “ konuşmaya devam etmek istedim beni anlasın ne kadar sevdiğimi görsün onu merak etmekten düşünmekten yorulduğumu görsün istiyordum artık. Geldi yanıma tuttu bileklerimden. Gelmesin tutmasın istedim dayanamayacağımı biliyordum.

“Güzel kalplim beni en iyi sen anlarsın sandım. Onca insan var orda ve onların tek ümidi benim gibi birkaç kişi sırt mı çevirmemi istiyorsun “hafifçe başımı salladım konuşmaya takattim kalmamıştı artık o ise kafamı sallamamla o yumuşak bakışlarının yerini kızgın bakışlarının aldığını gördüm.

“Hilal sana inanmıyorum bunu istediğine inanamıyorum bahsettiğimiz üç beş insan değil binlerce insan tek çareleri benim diyorum sana sense ikimizin hayatından bahsediyorsun. Hilal benden her şeyi iste ama o göreve gitmememi isteme. Çü-çünkü seni çiğnemek zorunda kalırım Hilal. Beni buna mecbur bırakma”  Bu kadarını duymak bana yetti. Ne derse desin bitmişti artık beni hiçe saymak… Sanırım sona gelmiştik artık.  Ellerimi yavaşça çektim , ufak bir tebessüm ettim. Bulabilmek için çok çaba sarf ettiğim sesimle “Peki” diye bildim sadece. Her günümün geçtiği o eve son bir kez göz gezdirdim. Beni sadece bu duvarlar anlayabilirdi işte. Borana bakmak istedim belki pişmandır diye kafasını önüne eğimiştim . O an dedim içimden hoşçakal sevgilim…

Seversen dayanamazsın yokluğuna,onsuzluğa. Nefes alırsın almasına ama onun nefesi olmadan eksiksindir hep. Hep yarımsındır. Yarımdım işte bende. Gurur yapacak halimde kalmamıştı. O akşamki son konuşmamızda bahsettiği gün bugündü o bizi mahvedecek olan gün bugün… Suriye ye gideceği bugün. Neden üç gün sonra kendimi dışarı atacak cesareti, gücü buldum bilemem nereye gidiyorum onu da bilemem.

Uzun süre sonra kendimi evinin önünde buldum. Evinin karşısındaki köşede bekliyorum. Gidip gitmemek arasındayım sıkışıp kaldım. Ya hayatımın hatasını yapıp arkamı dönüp gidecektim ya da belki son bir kez onu görme fırsatını bulacaktım. Ben hiçbir aşığın yapmayacağı şeyi yaptım arkamı döndüm. Yürüdüm. Başlarda kazandığım savaşı arkamı dönerek kaybettim. Evden çıkıyordu ne yani gidecek miydi gerçekten gidecek miydi? Ölüme bile bile gidecek miydi? Ve ben onu ah hayır kesinlikle olamaz. Onu görmeliydim ona doğru koştum seslendim ama beni duymadı yürümeye devam etti taksiye bindi ve gözümün önünde uzaklaşmaya başladı. Ne olursa olsun son kez olacağını bilerek ona sarılacaktım hem belki ikna ederdim kıyamazdı bana ikna edemesem de sarıacaktım ve buna benim gururum dahil kimse engel olamayacaktı. Peşinden taksiye atladım. Takipteyken trafiğe takılmamız sebebiyle kaybettik ben her yerde taksiyi gözümle ararken camdan içeri bir şey atıldığını gördüm üstünde boranın el yazısı ile güzel kalplime yazıyordu. Açmadım açmayacaktım bu mektubu Boran okuyacaktı bana o güzel sesiyle daha dikkatli incelemeye başladım etrafı ve evet gördüm üç araba çaprazımdaydı.Ne kadar tehlikeli olduğunu bilsem de taksiden inecekken  kulağıma sağır edici gürültüde bir ses doldurdu. Çevremden duyduğum son ses benim Boran diye sayıkladığım sesti.

Vücudumda öyle bir yorgunluk vardı ki sanki üç gün nöbet tutmuşum. Ha bir de lanet olası bir baş ağrısı bu da sanırım TUS a çalıştığım günleri hatırlatmıştı Bu düşünceme gülümseyerek gözlerimi aralamaya  çabaladım neden bu kadar zor olduğunu anlamdıramasam da savaşı kazanana kadar direndim. Gözlerimi araladığımda bana gözleri dolu dolu bakan Pelini gördüm. Nerde olduğumu sormak istedim ama gerek yoktu aşina olduğum kokusundan anladığım üzere hastahanedeydim. Gözlerimi kapattım kapatmamla gözümün önünden uyanmadan önceki son anlarım geçti.”Boran Boran Bor-an nerde pelin nerde boran  vardı taksideydi be-be ben gidecektim yanına sonra sonra bilmiyorum bir şeyler oldu nerde boran taksideydi şimdi nerde bu-burda olması lazımdı “kolumdaki serumu çıkartmaya çalışırken Peline bir şeyler anlatmaya çalışıyordum. Sonunda serumu çıkarttığımda ayağa kalktım Pelin engel olmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Tüm katları dolaşmaya çalışıyordum Pelin hala arkamdaydı ağlıyordu. Yoğun bakımlar, hasta odaları , kantin,danışma yok yoktu nereye girsem peşime onca insan takılıyordu hepsi odaya gitmeye zorluyordu beni. Ah hayır asla be-ben b-orana sarılmadan gidemezdim asla asla gitmezdim. Tek bakmadığım yer morg morgdu. Kendi kendime güldüm ne yani Boran morgda mı olacaktı ah inanmam işte buna tam morgun önüne gelmişken kahkaha atarak geri dönecektim. Herhalde dışarıda dedim kendi kendime morgda olucak hali yok ya ben morga yaklaştıkça arkamdaki ağlama sesleri yükseliyordu. Ne ne yani booran burada mıydı? Önünden geçerken bile içi buz gibi olup titreyen tanıdık tanımadık dost düşman  kim olursa olsun içindekilere üzülen adam burada mıydı şimdi? Gür bir kahkaha daha patlattım. Arkamı döndüm kimse benimle göz göze gelmemeye çalışıyordu.Ve keskin bir kahkaha daha.
“Siz gerçekten boranın burada olduğunu mu sanıyorsunuz? Ah saçmalık neyse ben girip bakıyorum isterseniz sizde gelin orda olmadığını gördüğünüzdeki surat ifadenizle dalga geçmek isitiyorum.”Pelin ilk defa bana baktı o kıpkırmızı gözleriyle “yapma” diye fısıldadı. Çok çok çaresizdi morgun kapısına dayandım sanırım sanırım Boran içerdeydi. Tekrar bir kahkaha attım. Ağdan kurtulmaya çalışan bir balık misaliydim. Çırpındıkça daha çok dolanıyordum ağlara birazdan biri elleriyle beni ağdan kurtaracaktı- ki sanırım bu morg görevlisi oluyordu- . sonra atılacaktım bir köşeye sessiz sessiz soluğumun kesilmesini dinleyecektim.

Kapının kolunu indirmemle yüzüme buz gibi bir soğuğun çarpması eş zamanlı oldu. Boran buradaysa çok üşümüştür o hep üşürdü ki dayanamaz o bu soğuğa elleri üşür dudakları morarır. Hüseyin amcayı gördüm bizim hastanede morg da görevlidir 20 seneyi aşkın hem de gözleri onun da kırmızydı ben onu ilk defa böyle görüyordum bir mevtanın yanındaydı ona içi acıyarak bakıyordu. Mevtanın üstünde kafasına kadar çekilmiş beyaz bir örtü vardı sanırım mevta   tanınmayacak haldeydi. Hüseyin amca kafasını zorla da olsa kaldırdı bana baktı. Tebessüm etti hala yanında durduğum kapının kenarından beni aldı kapıyı kapattı az öce durduğu mevtanın yanına getirdi. Sanki gözleriyle konuşuyordu ama ben gözlerinden anladıklarımdan hiç memnun değildim ona anlamaz gözlerle bakıyordum bana”teşhis et kızım bu o mu “dedi ve sanki gördüklerine dayanamayacak gibi sessiz sedasız çıktı  morgtan . Önümdeki mevta ve ben kalmıştık. Sol tarafında yazan isimle dona kaldım.

BORAN KUZUM 8 NİSAN 1989

Yutkundum. Yavaşça kenarlarından tuttum örtünün derin bir nefes aldım açtım. Gördüm baktım tepkisizim konuşamıyorum hareket edemiyorum. Önümde yüzü tanınmayacak halde biri var saçları kesilmiş beyin ameliyatı olmuş sanırım. Sadece baktım ne kadar baktım bilmiyorum. Baksam da göremezdim ki zaten ne görecektim.Boranı mı ? Bu boran olamazdı. Boranın gürlüğünü kıskandığım ipek gibi saçları vardı, yüzü yüzü gördüğüm en temiz yüzdü içinde kaybolmak istediğim irili ufaklı bir sürü gamzeleri vardı. Bu bu gördüğüm Boran olamazdı derin bir nefes aldım Boran değildi ölünün üstünü kapattım. Arkamı döndüm. Kapının kolu çevirmeden iyice emin olmak için ikisini tekrar karşılaştırdım. Yüz,saç, kol,leke hiç biri leke? Ben le leke gördüm evet o ölünün üstünde Boranın kinin aynısı bir leke evet o Borandı benim sevdiğim boran nefesim olan boran yokluğunda yok olduğum varlığında yeniden doğduğum…

Çok şey söylemek istedim bağırmak çığlık atmak etrafı dağıtmak ama sadece ağzımdan ufak bir hıçkırık firar etti. Geriye döndüm örtüyü tekrar açtım elini çıkardım tuttum dolapların yanına çöktüm sadece eline üfledim ısınsın istedim. Nafileydi ısınmıyordu aksine daha da buz gibi oluyordu. bir feryat gibi ağzımdan birkaç cümle firar etti “ battaniye getirin, üşüyor hatta çıkarın buradan onu çok üşüyor.” İçeri birileri girmeye başladı görüşüm çoktan bulanıklaşmıştı am hala aynı kelimeleri söylüyordum. “üşüyor üşüyor dedim size neden bir şeyler yapmıyorsunuz battaniye getirin sed – sedye getirin alalım buradan onu donacak yoksa” kimse beni dinlemiyordu. Ne yanıma geliyorlar ne dediklerimi yapıyorlardı. Aniden ayağa fırladım üst kata çıktım oradan bir sedye aldım. Morga tekrar geri döndüm. Kaldırmaya çalıştım Boranı sesleniyorum göğsüne yumruklar atıyorum ama uyanmıyor. Hep ağırdı uykusu o yüzdendir dedim. Koltuk altlarından tuttum sedyeye yatırmaya çalışıyordum. Ama beceremiyordum. Kimse de yardım etmiyordu tek yaptıkları gözlerindeki yaşlarla bana bakmak. Hüseyin amcanın “kızım yapma,bırak” dediğini duymamla kan beynime sıçramıştı
“bırak mı? Nasıl bırakayım? Ben bırakmam onu burada çok üşür hatta donar hem bırakayımda ölsün mü?” Bu soruydu işte beni kendime getiren. Dizlerimin üstüne çöktüm. Yeni yeni anlamaya başlıyordum. Boran bu dünyada değildi artık. Bir daha bana bakıp gülmeyecekti. Bir daha bana o güzel gözleriyle bakamayacaktı. Ağzından çıkan her kelimeye aşık olduğum adam bir daha benimle konuşmayacaktı. Elimi tutmayacaktı. Ellerime  baktım şu an o kadar işlevsiz gelmeye başladı ki. Kalbim kalbim o kadar doluydu ki taşıyamayacak gibiydim. Sanki sanki o kalbini bana bırakmıştı bu dünyadan giderken. Olabilir miydi bu? İnsan kalbini, ruhunu sevdiğine bırakabilir miydi? İnsanı bilmem ama Boran yapardı. Ufak bir tebessüm ettim. Bir anda iki kalp taşımamdan dolayı mıdır bilmem ayağa kalkacak enerjiyi buldum kendimde. Boranın o en sevdiği gülümsemelerimden birini yerleştirdim yüzüme yaklaştım yanına. Yüzündeki yanıklara aldırmaksızın ezbere bildiğim gamzeli olan yerlerini öptüm suratının sonra doğum lekesini… elimin üstüne yerleştirdim elini. Kalbime götürdüm. Kalbime doğru konuşmaya başladım “Ben ölünceye kadar yaşayacaksın güzel kalplim ben ölünceye kadar…” başına örtüyü tekrar kapattım.Kapıdan çıktım. Hayatımda hiç kendimi bu kadar kalabalık hissetmedim. İki kalp herkese denkmiş meğer. Sanki tüm dünyanın aşkları aşıkları  içimde o kadar kalabalığım. Hayatımda hiç kendimi bu kadar güçlü hissettiğimi de hatırlamıyorum. Sanki Boran hiç bu dünyadan gitmemiş gibi. Hayatımda hiç kendimi böyle cesurda hissetmedim. Sanki Azrail Boranın ruhunu alırken acımış  ona ruhunda bir parçada bana üflemiş gibi. Boran yanımda yoktu ama Boranın ruhu vardı içimde.
     Çünkü  herkes öldürür sevdiğini
      Ama herkes öldürdü diye ölmez
***************************************
Evet oldukça heycanlıyım buraya ne yazsam bilemiyorum. Artık bodozlama giricem kusura bakmayın
  Çok terddütte kaldım paylaşsam mı paylaşmasam mı ? “En son battı balık yan gider” felsefesine uyarak paylaştım. Dram ilk defa deniyorum nasıl oldu bilmiyorum. Umarım yüreğinize dokunabilmişimdir. Bu kurguyu iki part olacak şekilde düzenledim. İsterseniz ikinci partı gelir ama yok olmamış bu kardeş derseniz başka bir tek partlıkla devam ederim.
Yazım hatam varsa affola
Umarım beğenmişsinizdir. 😇
Yorum bırakmayı unutmayın  😇😇😇
Ha unutuyordum az kalsın
Bana gaz veren yazmaya teşvik eden hep yanımda olan isimsizkisi10 a
Ve bu kapağı yapan biricik Nysaa ma HayrunnisaBedbaht a teşekkürler seviyorum sizi  😘

Berceste Where stories live. Discover now