18. bölüm

139 24 7
                                    

4 hafta sonra

Hayat'ın karnı büyümeye başlamıştı. Gülsüm onu her gördüğünde hem özeniyor, hem kıskanıyor hem de merakla gelişimi gözlemlemenin keyfini yaşıyordu ama yinede imrenme hat safhadaydı. Onun yerinde olmak için can atıyordu. Aslında Ahmad umurunda bile değildi. Umurunda olan "annelik" sıfatıydı. Hayat'ın bebeğinin doğmasını dört gözle bekliyordu ama bunu kendine bile itiraf edemiyordu. Diğer yandan ise Hayat her zamanki Hayat'tı işte. Gülsüm'ün hislerini anlayabilmesi şuan için imkansızdı. Annelikten çok uzaktaydı. Çocukluğu ise yıldız gibiydi; görüyordu ama ulaşamıyordu. İşte bu yüzden gökyüzünü görmemeye karar vermişti...

Bir aylık süreç Cenk'e mesleki açıdan çok şey katmıştı. Mustafa ile yaşamak her gün onun bambaşka yönünü keşfetmek harikaydı. Kitap gibiydi Mustafa, her günü ayrı bir sayfaydı ve yaşadıkça hem tahminlerde bulunup hemde heyecanlanıyordu Cenk. En güzel yanı ise artık Mustafa'yla sohbet edebiliyordu. Bazen uzun geceler Cenk anlatıyor Mustafa'nın tepkilerini gözlemliyor ve not alıyordu. Üstelik notlarını gizli tutmuyor rahat rahat onun yanında yazabiliyordu ama yine de Mustafa hastasıydı ve bu gerçeği hiç aklından silmiyordu Cenk. İşte her şeyin asıl başlangıcı olacağı o gece derin bir sohbet anında;
"Hayat'tan vazgeçmemeli insan, nefes almak her şeye değer" dedi Cenk.
"Hayat" dedi Mustafa, "her şeye değer, o çok masumdu, narindi ve onu özledim!"
Hayat
Hayat hakkında çok konuşmuşlardı ama Cenk bunu genel kavram olarak ele almıştı. İlk kez şuan anlamıştı o Mustafa için önemli bir insandı! Demek ki o yüzdendi sohbetin Hayat ve yaşam üzerinde yoğunlaştığı noktalarda, Mustafa'nın yerinden kalkıp pencereyi açması ve dakikalarca o serin hava akımına karşı gözlerini kapatıp kalması...
"Anlatmak istermisin?" diye sordu Cenk
Ve yaslandı koltuğuna Mustafa...

"Kar çiçeği gördün mü hiç?"
"Hayır" dedi Cenk
" O zaman nasıl anlayacaksın?"
Sustular. Ortamı dağıtmak için çay demleyip geldi Cenk. Çay dolu bardağı elinde tuttu Mustafa, çıkan buhar yüzünü yalıyordu. İçmeden tuttu onu belki saniyelerce belki de dakikalarca ama eli yanmıyordu biliyordu, ya da hissetmiyordu, işte onu bilmiyordu.

İlk kez Mustafa'nın gözüyle

" mutsuzdu" dedi ve anlatmaya başladı;
"Mutsuzdu, üzgündü Onu köye ilk getirdikleri gün gördüm.  Başında kırmızı bir örtü vardı ama boyu kısaydı. Yanındaki adamın beline geliyordu. Yüzü görünmüyordu ve beyaz elbisesi yerlere değiyordu. İkisi dışında yanlarında başka kimse yoktu ve yanındaki adamı tanımıyordum çünkü köye yeni gelmişti ama sevmiyordum onu. Geceleri köyün içinde gezmeyi çok seviyordum. Çünkü sadece o zamanlar rahat oluyordum. Kimse görmüyordu beni. O adamın evininin önünden her geçtiğimde içerde birisi ağlardı. O adamı her görüşümde kalbimin atışı hızlanıyordu"

Mustafa bunları anlatırken gözlerini boşluğa dikmiş ve derin nefes alarak tane tane ve fısıldıyordu;

"O kızı görmek beni sakinleştiriyor ve mutlu ediyordu ama diğer yandan da içim acıyordu. Her akşam her sabah onu izlemeye başladım. Önce korktu benden ama sonra sadece çekindi. En son hamile olduğunu söylediler sonra evlerinin kapısında küçük bir tartışma oldu ve onu yerde yatmış görünce kendimi kaybettim. Kocasıda beni vurdu"

"Bir dakika bir dakika, ortada çocuk bir gelin var ve seni vuran o kızın kocası öyle mi?"
"Hı hı" diyerek başını salladı Mustafa.
"Şu olayı en başından anlatabilir misin"

Sabaha kadar Mustafa anlattı Cenk dinledi. Bir şeyler yapması gerekiyordu. O bir doktordu ve en önemlisi ise bu toplumun bir parçasıydı ve böyle bir sessiz çığlığa kulak vermek onun toplumsal göreviydi! Ne olursa olsun bir yolunu bulup o köye gitmeliydi!

HAYAT  Where stories live. Discover now