11. Bölüm: Ve renkler hızla kayboldu

1.5K 166 35
                                    

Güney başını sıraya koymuş, gözlerini kapatmıştı. Kulaklarını da kapatabilmeyi diliyordu; böylece belki de hakkındaki dedikoduları duymuyormuş gibi yapmaktan kurtulup gerçekten duymamayı başarabilirdi.

Yakınında bir yerlerde birinin daha fısır fısır konuşmaya başladığını duyduğunda başını sıraya iyice gömdü. Sinirlenmemek için elinden geleni yapıyordu ama daha ne kadar dayanabilirdi, bilmiyordu. İnsanlar o orada değilmiş gibi hakkında yüksek perdeden fısıldaşıyorlardı. Bugün ismini hayatında duymadığı kadar çok kez anıldığına şahit olmuştu.

İnsanların konuşacak bir sürü şeyi olduğunu sanırsınız.

Ders zili çaldığında rahatladığını hissetti Güney. Derslerde de fena halde sıkılıyordu ama en azından dedikoducular yazılı iletişime geçmek zorunda kalıyorlardı.

Başını kaldırıp sıranın altına kaldırdığı kitaplardan birini çıkardı ve sırf dolu görünsün diye sıranın üzerine yerleştirdi. İşini bitirmişti ki öğretmen zilinin çalmasına yakın sınıfa giren Aslı'ya takıldı gözleri. Kızın kimseye tek kelime etmeden ön sıralardan birine geçip oturmasını izledi. Suratının hayli asık olduğunu fark etse de ona dair dikkatini çeken başka bir şey olmadı.

Onun da dedikodulardan nasibini aldığından emindi ancak bununla nasıl başa çıktığını merak etmiyordu. Keza ayrılık sürecinde zorlanıp zorlanmadığını ve hala olanlardan ötürü kızgın olup olmadığını da... Muhtemelen kızgındı ve kendini tamamıyla haklı görüyordu -ki Güney, öyle düşündüğü için onu suçlayamazdı- ancak bütün bunlar garip bir biçimde umurunda bile değildi.

Belki bunu söylemek için biraz erkendi ancak biten ilişkilerinin ardından yas da tutmuyordu. Aksine biraz rahatlamış hissediyordu. Böyle hissettiği için midesinde bir parça suçlulukla kıvransa da bu doğruydu; her ne kadar Aslı onun ilk ve şu ana kadarki tek sevgilisi olsa da sürekli mesajlaşmak, vaktini arkadaşları ve sevgilisi arasında bölüştürmek ve kızın bitmek bilmeyen tripleriyle mücadele etmek onu epey yormuştu.

Belki de sevgililiğe uygun biri değilimdir, diye düşündü. Armut dibine düşer sonuçta.

Babası da öyleydi. Aksi olsa onları yıllar önce bırakıp gitmezdi.

Babasını düşünmek genelde midesini fokurdatırdı ancak bugün bu bile olmuyordu. İçinde garip bir boşluk vardı, bir tür hissizlikle sınanıyordu. Babasına eskisi gibi kızamıyor, ilk ve tek sevgilisinden ayrılmış olmasına üzülemiyor, rezil olduğu gerçeğine bile yeterince sıkılamıyordu. Aklında sadece menekşe rengi bir çift göz vardı -ki bu çok anlamsızdı. Tıpkı sarhoş olduğunda onu görmek istemesi ve adını sayıklaması gibi...

Öğretmen içeri girdiğinde başını silkeleyerek düşüncelerinden kurtulmaya çalıştı. O kadar dalmıştı ki ikinci zili bile duymamış olmalıydı. Kalan dakikalarda kendini derse vermek istedi ama yapamadı, zaten hoca da kulağını vermediği için bir türlü anlayamadığı bir konu ile ilgili konuşup durmaktan derse başlayamamıştı.

En sonunda pes edip kalemini çıkardı ve defterinin bir köşesine bir şeyler karalamaya başladı. Elini meşgul edebilmişti belki ama aklını edemiyordu. Düşünceleri sürekli menekşe rengi gözlerin sahibine kayıyordu. Kızın koridordaki bakışlarını unutamıyordu. Nedenini bilmese de o bakışlarda ona dokunan bir şeyler vardı.

Bir anda önüne konan kağıt ile düşünceleri nihayet tehlikeli araziden uzaklaştı. Bir süre boş boş baktıktan sonra bunun bir liste olduğunu fark etti.

"Bu ne?" diye fısıldadı Mete'ye.

"Kitap listesi işte oğlum, birini seçeceksin."

Güney kaşlarını çattı. "Neden?"

Aramızda KalsınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin