Destek

1K 128 60
                                    


Şimdii... Buuuu, hikayeyi unutmadığımı belirtmek için yazdığım ufacık, minicik bir metin olsun. Daha sonra uzun bir bölüm paylaşacağım. Gerçekten çok kısa biliyorum ama umarım idare edebilirsiniz.

Teşekkürler.  



Son zamanlarda, istemeyerek de olsa altın üçlüden uzaklaşmış, Draco ile daha çok takılır olmuştum. Çünkü onlarla görüşme fırsatını yakalayamıyordum. 

Kitabı neredeyse ezberlemiş olduğumdan, şu anda Çok Özlü İksir yapmaya karar verdiklerini ve bunun için harekete geçtiklerini biliyordum ama bunu bana kendileri söylememişlerdi. Bunun nedenini merak ediyordum.

Slytherin'de olduğum için miydi? Yoksa Draco ile takıldığım için miydi? 

Her halükarda kalbimin az da olsa kırıldığını hissediyordum. Artık eskisi kadar çok konuşmuyorduk, birbirimize bir şey anlatmıyorduk. Onların benden sır sakladığı gibi, ben de onlardan sır saklıyordum. 

Günlük işini hala anlatamamıştım. Bu yük omuzlarıma her gün biraz daha fazla biniyordu ve ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece günlükten köşe bucak kaçıyordum ya da kaçtığımı sanıyordum...

Cumartesi sabahı erkenden uyandım. Hazırlanıp Ortak Salon'a indiğimde takım kıyafetinin içindeki Draco ile karşılaştım. Yüzünde kendinden emin bir gülümseme olsa da gözlerinde bir miktar endişe vardı. 

"Günaydın," dedim tebessüm ederek. 

Beni gördüğünde yüzüne yayılan aydınlanmayı hissettim. 

"Günaydın!" 

Kahvaltı için çıkmaya hazırlanırken "Bugün için bol şans," diye mırıldandım. 

Kolumu yakalayıp beni durdurdu. 

"Geleceksin değil mi?" diye sordu. Gözlerinde umut yıldızları parıldıyordu. 

Bu konu hakkında epey düşünmüştüm. Aramız açık olduğu için Harry'nin bunu yanlış anlayabileceğini, artık onlarla arkadaşlık etmek istemediğimi, tam bir Slytherinli olduğumu düşünebileceğini biliyordum. 

Ama öyleydim. 

Ben bir Slytherinliydim. Draco'yu yeni yeni kazanıyordum. Bu maçın Gryffindor kadar Slytherin için önemli olduğunu da biliyordum. Hem Harry'nin beni anlayacağını umut ediyordum. Onlar beni anlardı, sonuçta en başından beri bu binada olduğumu biliyorlardı. Doğal karşılarlardı. 

"Evet," dedim kararlıca. "Gelip seni destekleyeceğim." 

Draco, derin bir nefes vererek omuzlarını düşürdü. Sanki maçtan çok benim onu destekleyip desteklemeyeceğimi öğrenmeyi bekliyordu. 

Ona güven verir gibi omzunu pat patladıktan sonra kahvaltıya indim. Büyük Salon'a girer girmez gözüme Gryffindor takımı çarpmıştı. Hepsi oldukça sessiz görünüyordu. Kaşları çatılmış bir biçimde yemeklerini hızlı hızlı yiyorlardı. 

Harry'nin yüzünden gerginliği kolayca okunuyordu. Gözlerinde ise huzursuzluk vardı. Onu görünce içimin her köşesini kaplayan rahatsızlığa yanıt olarak yavaşça yutkundum. 

Bu sıralar oldukça yoğun olduğunu biliyordum. Görüşememizin suçlusu o değildi ve ne kadar uzak kalsak da hala arkadaştık. 

Omuzlarımı dikleştirerek masalarına doğru ilerledim. Onunla konuşmazsam kendimi günün geri kalanında çok çok kötü hissedecektim.

"Merhaba," diye geveledim yarım yamalak gülümserken. 

Gözlerini meyve suyundan bana çevirip ışık hızında gülümsedi. Aniden gerginliğinin yok olduğunu sandım ama olmamıştı. 

"Merhaba, Julliet," dedi ayağa kalkıp boylarımızı eşitleyerek.

Yanan yanaklarımı gizlemeye çalışır gibi başımı hafifçe eğdim. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. 

"Nasılsın, Harry?" 

Harry, zaten dağınık olan siyah saçlarını bir eliyle karıştırırken kısa bir süre düşündü. 

"Biraz gerginim," dedi sonunda. "Bugün Quidditch var, biliyorsun ya..." 

"Evet." Başımı sallayarak onu onayladım. "Biliyorum ama senin elinden gelenin en iyisini yapacağını da biliyorum. O yüzden fazla düşünmemeye çalış olur mu?" 

Harry, sevecen bir gülümsemeyle uzanıp elimi tuttu. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken yeşil, derin gözlerine baktım. 

"Son zamanlarda görüşemedik, biliyorum." dedi Harry neredeyse mahcup bir tavırla.
"Ama... hala arkadaşız, değil mi?"

Karşılık olarak ben de tuttuğu elimle onun elini sıktım. O kadar düşünceli ve tatlıydı ki gözlerine baktığım her saniye başımı ağrıtan tüm sıkıntıların yok olduğunu hissediyordum. 

"Arkadaşız, tabii." 

Aniden kendimi Harry'ye doğru savrulurken buldum. Beni tuttuğum elimden kendine doğru çekmişti ve şimdi kollarını etrafıma sarıyordu. 

"Benim için çok önemlisin," diye mırıldandı kulağıma doğru. "Hangi binada olduğun, ailenin nasıl olduğu ya da arkadaşlarının kim olduğu önemli değil, Julliet." 

Tutuşan yüzümü omzuna gömerken, aniden gelen gülme isteğimi bastırmak için dudaklarımı ısırmak zorunda kalmıştım. Kalbim, Harry'nin gösterdiği şefkatle ısınıp vücudumun her yerine yayılan bir lav haline gelmişti. Her santimimde hissettiğim yoğun sevgi yüzünden hiç olmadığım kadar yumuşamış hissediyordum. 


Eğer Harry Potter'da Olsaydım (2)Où les histoires vivent. Découvrez maintenant