Yiğit üniversiteye devam etmeyi düşünüyordu. Ben kendi salonumu açıp Kickboks dersleri vermeyi düşünüyordum. Tek başına o meslekle bizi geçindiremeyecektim ama henüz paramız vardı zaten. Sabahları da başka bir işte çalışabilirdim. Derslerim çok kötüydü ve okula devam etme hevesim yoktu.

"Yiğit!" diye bağırdım verandaya çıkıp bahçe kapısına doğru. Kızları rahat bırakıp bana döndü. "Markete gitmemiz gerek. Yiyecek hiçbir şey yok." İç geçirdi, kızlara dönüp vedalaştı onlarla. Kızlardan birinin ona numarasını verdiğini fark edince göz devirdim. Sonra koşarak yanıma geldi.

"Ne lazım?" Güldüm.

"Evde hiçbir şey yok diyorum. Bayağı bir şey lazım." Küçükken bana ait olan odaya koşup valizimi açtım, içinden bir kapüşonlu kapıp kapıya çıktım. Beraber sokakta yürümeye başladık. Sürekli ben onu kaldırımdan aşağı itiyordum, o beni bahçe çitlerine itiyordu. Ne zaman dışarıda yürüsek birbirimizi omuzlayıp boğuşurduk çünkü.

Yeşil evi görmemle suratımdaki gülümseme donuklaştı, hüzünle minik bir tebessüm attım eve. Ben küçükken o ev tamamen tuğlaydı, boyası yoktu. Şimdi böyle renklenmiş hâliyle eskisinden de güzeldi. Birde ağaçları büyümüş, kapıda her zaman bulunan minik bisiklet yerine büyük bir bisiklet konulmuştu. Yiğit bakışlarımı takip edip o tarafa baktı. Sonra yine bana döndü. "Orada küçükken camlarını izleyerek onu çıplak yakalamayı umduğun, ateşli bir hatun oturuyordu, değil mi?" Gülerek omzuna vurdum.

"Hayır, en yakın arkadaşımdı." Önüme dönüp başımı eğdim. Yürümeye devam ettik.

"Onu şimdiden sevmedim." dedi kıkırdayarak. Yiğit beni herkesle paylaşamazdı.

"Tanısaydın severdin. Herneyse, pazara mı, süpermarkete mi gidelim?"

"Hangisi sağ tarafta kalıyor?" Sağ tarafa bakınca renkli kaldırımları fark ettim. Bu yüzden sağı seçtiğini bilerek o yöne bir adım attım. Kırmızı kaldırım taşlarına basmamaca oynayacaktık herhalde.

"Süpermarket." diye mırıldandım.

Yanımızdan gürülütüyle bir motosiklet geçerken yerdeki suyu Yiğit'in üzerine atınca Yiğit başını geriye çevirip bağırdı. "Orospu çocuğu!" Gözlerim iri iri ona doğru atılıp susturmaya çalıştım ama elime tükürükler saçmaktan başka bir şey yapmadı.

"Manyak mısın oğlum, bu mahallede herkesi tanıyorum ben! Rezil etme beni!" Elimi itiştirip bana sinirli bir bakış attıktan sonra bakışlarını su içinde kalan pantolonuna dikti.

"Kahretsin!" Kıkırtıma engel olamadım. "Feza!" diye uyardı beni bağırarak. Boğazımı temizleyip ciddi ifademi korudum.

"Çamaşır makinesi alırız arabayı satınca, rahat ol." Gözleri iri iri bana döndü.

"Çamaşır makinesi yok mu lan evde?" Omuz silktim.

"Var tabi de, yedi yıldır çalışmıyor. Her şey olabilir." Dudaklarını birbirine gömüşünü izledim. "Ya aşkım arabayı bi' satalım, bütün teknolojik aletleri yenileriz." Aslında bankadaki para tüm evi yenilemeye bile yeterdi ama onları sıkıntılı anlara saklayacağımıza anlaşmıştık. O paraya dokunamazdık, işimiz bile yoktu, lazım olabilirdi.

Bakışlarımı yavaşça sinirli surattan çekip önüme döndüm. O an zaten yolun ortasında kalakaldım. Karşımda adım adım bana yaklaşan bedeni izliyordum. O beni farkında bile değildi ama... "Tunç." diye mırıldandım istemsizce. Sırt çantasını önüne almış, karıştıran çocuk duraksayıp etrafına bakarak adının nerden kulağına ulaştığını anlamaya çalıştı. Gözleri bizim üzerimizde durdu.

"Hm?" diye mırıldandı bana bakarak. Yiğit bu adı benden çok duymuştu. Şimdi sadece Tunç'u inceliyordu. Ben de süzdüm çocuğu baştan aşağı. Küçükken sapsarı olan saçları koyulaşmış, kumralın güzel bir tonunda karar kılmıştı. Teni yanık buğdaydı. Yüzündeki çillerin sayısı artmıştı. İyi bir ressamın elinden çıkmış güzel bir tabloyu andırıyordu çilleri. Kıvrımlı ince dudakları tahminimce diliyle ıslattığı için kızarmış, şişmişti. Hep benden kısa olduğu için yakındığı bedeni şimdi belki beni de geçmişti ama yine incecik bir bedene sahipti. Aslında sevimliydi dikkatli bakınca. Ama küçükken olduğu kadar değil. Mahallenin en sevimli çocuğu hep o olmuştu. Şimdiyse yakışıklı bir lise öğrencisiydi.

"Tunç." diye tekrar ettim, yutkundum.

"Tanıyamadım." dedi iri kahve gözlerini bayıklaştırıp. Suratında bitkin bir ifade vardı ve gözaltları hafifçe morarmıştı. Hayal ettiğim karşılaşma bu değildi.

"Feza." diye cevap verdim. Sonra avucumu ona doğru uzattım. Küçükken onu çıkıp inemediği ağaçtan kurtarmaya çalışırken düşmüştük ikimiz de. Onun dizi yaralanırken benim elimde kocaman bir yarık açılmıştı ve izi hâlâ duruyordu. Bakışları avucumda gezindi.

"Feza." diye tekrar etti. Hayal kırıklığına uğramıştım. Vedalaşırken benim için oturup hıçkıra hıçkıra ağladığı sırada on yaşındaydı. Beni nasıl hatırlamazdı?

Burukça gülümsedim. O da suratına bir gülümseme oturtup bana adımladı, birden kollarını bedenime sardı. Önce nefes alamayarak öylece kalakaldım, sonra kollarımı sıkıca beline doladım. "Hiç tanımayacaksın sandım." diye mırıldandım yüzümü omzuna bastırırken. Güldüğünü duydum.

"Sadece sen olduğuna inanamadım." Kokusunu içime çekerken inlememek için kendimi zor tuttum. Yine kahve gibi kokuyordu. Küçükken bir bardak kahve için resmen yalvarırdı annesine. Belki o kadar da değişmemişti?

Geçmişim (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin