◆2◆

40.8K 3.5K 2.5K
                                    

🎶 Tori Kelly - Paper Hearts (JK cover)

***

"Günaydın Bayan Martin. Erkencisiniz. Çocuklar kahvaltı için saat 10'da kafeteryada olacaklar."
Başımı sallayıp, "Size de günaydın." diye mırıldandım. Saat daha sekizdi ve bıraksanız üçe kadar uyuyabilecek olan ben nedensizce erkenden uyanmış ve tekrar uyuma çabalarıma rağmen uyuyamamıştım.

Bay Byun neşeli bir gülümsemeyle hastaneye girdi, bize günaydın dedikten hemen sonra telefonu çalmıştı.

"Alo?.... Ne? Yine mi?... Çok uzun sürer mi?... Ama ilgilenmem gereken bir hasta var... Of, tamam. Bir çaresine bakacağım."

"Bir sorun mu var Bay Byun?" dedi Bayan Yun, Bay Byun telefonunu kapattıktan sonra.

"Evet. Kardeşimin küçük bir sorunu var ve acilen onunla ilgilenmem gerekiyor fakat Jungkook'u bırakamam."

"Bu çok kötü. Ne yazık ki ben de ilgilenemem çünkü halletmem gereken evrak işleri var."

"Aslında," dedim nedenini bilmediğim bir istekle. "Ben yardımcı olabilirim. Ne kadar süreliğine gitmeniz gerek?"

Bay Byun düşünürcesine kaşlarını çattı. "Sanırım öğleye doğru iki gibi geri dönebilirim. Bunu iyiliği cidden yapar mısınız?"

"Elbette."

"Fakat sizin çocuklarla ilgilenmeniz gerek." dedi Bayan Yun.

"Sorun değil, hem Jungkook'un bana engel olacağını hiç sanmıyorum."

Bay Byun ve Bayan Yun birkaç saniye birbirleriyle bakıştıktan sonra Bay Byun başını salladı. "Öyleyse çok minnettar olurum. Ben gidip Jungkook'u getireyim." dedikten sonra yanımızdan ayrıldı. Birkaç dakika sonra tekerlekli sandalyesinde Jungkook ile geri döndü ve yanıma geldi.

"Jungkook'u öncelikle hastane kafeteryasına götürüp, bu kağıtta yazan yemeklerden alın." dedi bana bir kağıt uzatarak. "Yemeğini kendisi yiyebilir fakat bu konuda biraz pasaklıdır. Daha sonra onu bahçede gezintiye çıkarabilirsiniz, fakat çocuklarla tanıştığınız zaman onların Jungkook'la oynamasına izin vermeyin. Eğer tuvalete gitmesi gerekirse genelde sandalyesinin kolunu sıkar, bunu bu şekilde anlayabilirsiniz."

Kağıdı aldım. "Anlaşıldı. Ona iyi bakacağım, merak etmeyin."

"Teşekkürler. Size güveniyorum. Eğer bir sorun çıkarsa numaram burada." diyerek bir kart uzattı.

Kartı alıp başımı salladım.

"Pekala Jungkook." dedi Bay Byun Jungkook'a dönerek. "Bu pek umrunda olur mu bilmiyorum fakat bir süreliğine seninle Bayan Martin ilgilenecek."

Jungkook muhtemelen her zaman olduğu gibi boş boş karşısına bakıyordu. Dünden farklı olarak bugün siyah uzun kollu bir tişört ve pantolon giyiyordu. Saçları ve gözleri de siyahtı. Ne karanlık çocuk ama.

Bay Byun gittikten sonra Jungkook'un arkasına geçip tekerlekli sandalyeyi kafeteryaya doğru sürdüm. Burası hastalarıyla ilgilenen hemşirelerle doluydu.

Listedeki yemekleri tepsiye doldurdum. Sanırım burada yemekler ücretsizdi. Cam kenarında hoş bir masaya geçtikten sonra tepsiyi masaya koydum ve Jungkook'a doğru ittim. Bay Byun onun kendi başına yiyebildiğini söylemişti. Demek kendi iradesini vardı, o zaman neden bunun dışında bir şey yapmıyordu?

Boş bakışlarını bozmadan ellerini yavaşça kaldırdı ve çatal ile bıçağı hafif titreyen elleriyle kavrayıp yemeğine başladı. İzlenmek hoşuna gitmeyebilir diye düşündüğümden başımı başka yöne çevirdim. İşin aslı, deli gibi onu izlemek istiyordum. Bir süre sonra bu isteğime karşı koyamadım. İlk kez onu başka bir yöne -aşağıya, yemek tabağına- bakarken görüyordum. Sevimli burnu, uzun kirpikleri ve alnına dökülen saçlarıyla sanki 'ben buraya değil, dergi katatloglarına aidim' der gibiydi.

Fakat güzel çekik gözlerinin içindeki bakış hiç değişmiyordu; soğuk, anlamsız ve bomboş.

Yemek yiyişi hızlı ve normaldi, sokak insanı gibi açlıkla yemiyordu ama bir sosyetik kadar zarafetli de değildi. Fakat üstüne bulaştırmakta çok başarılıydı, dudaklarının etrafı kızarmış patatesten bulaşan ketçapla kaplanmıştı.

Yemeğini bitirdiğinde bir mendil alıp elimi çenesine koyarak başını kendime çevirdim. Gözleri ifadesizce bir yöne bakarken, mendille yüzüne bulaşan lekeleri temizledim. Yanlış mı görmüştüm yoksa yutkunmuş muydu?

Dolan gözlerimi kırpıştırdım. Sanırım benim kahvaltımı çocuklarla birlikte etmem daha iyi olurdu. Ben mendili çöpe atarken Jungkook kollarını sakince masadan indirdi.

"Pekala Jungkook. Bunu muhtemelen umursamıyorsun ama, benim adım Alyssa. Kısaca Aly diyebilirsin."

Bomboş bakan yüzüne baktım ve umutsuzca gülümsedim. "Ya da demezsin... Neyse." ayağa kalkıp tekerlekli sandalyeyi sürmeye başladım. "Hadi biraz gezelim."

Hastanenin arka kapısından çıkıp, çiçekli yolda ilerledik. Etrafta tek tük insan vardı. Bunların çoğu sabah egzersizi yapan hemşireler ve hastalarıydı.

Büyükçe bir ağacın gölgesinde kalan banka doğru ilerledim ve Jungkook'un sandalyesini yan çekip, banka oturdum. Şimdi yan yana oturuyorduk.

"Muhtemelen sana her gün aynı yeri gezdiriyorlardır." dedim etrafıma bakınarak. Çimenlik alanlar çiçeklerle donatılmıştı ve huzurlu bir yere benziyordu. Kaldırım taşları tuhaf desenlerle süslenmişti. Hastane duvarında yaratıcı grafiti çizimleri vardı. Bunları hastaların yapıp yapmadığını merak etmiştim.

"Burası güzel bir yer ama her gün aynı şeyleri görmek sıkıcı olmalı." dedim banktan aşağıya sarkan bacaklarımı sallayarak. Sonra Jungkook'a döndüm. Aynı şekilde ifadesizce karşıya bakıyordu. Dikkatli bakınca yanağında küçük bir yara izi olduğunu fark ettim.

"Jungkook, değişik yerleri gezmeye ne dersin?"

Elbette bir tepki vermemişti. İnsanları duyuyor mu acaba diye düşünmeden edemedim.

"Gerçi, ben burada yeniyim ve senin nereleri gezip gezmediğini bilmiyorum. Muhtemelen arka bahçeyi Bay Byun ile tamamen dolaşmış olmalısınız."

Bir saniye için olsun kaşlarını çattığına yemin edebilirim. Sonra eliyle sandalyenin kolunu sıktığını fark ettim.

"Oh, tuvalete gitmen mi gerekiyor?" yerimden kalkıp tekrar arkasına geçtim ve sandalyeyi hastaneye doğru sürmeye başladım. Yemeğini yiyebildiğine göre tuvalet işini de halledebiliyor olmalıydı.

Erkekler tuvaletinin önüne geldiğimizde kapıyı araladım.
Jungkook hiçbir tepki vermeden titreyen kollarıyla sandalye tekerleklerini kavrayarak yavaşça ittirdi ve kendini içeriye soktu.

Dolan gözlerimi silip duvara yaslandım ve onu beklemeye başladım. Altı dakika kadar sonra içeriden su sesi gelince yavaşça kapıyı araladım. Titrek ellerini kağıt havluyla kuruluyordu. Havluyu çöpe atmak için uzandığında kollarındaki damarları fark ettim. Oldukça belirgin damarları vardı.

Şimdi her zamankinden daha halsiz görünüyordu. Erkekler tuvaleti olmasını umursamadan içeri girdim -zaten kimse yoktu- ve tekerlekli sandalyeyi çevirip sürmeye başladım.

Tekrar bahçeye çıktık ve bu sefer çimenlik alana girdik. Jungkook boş boş bakarak tekerlekli sandalyesinde otururken bense çimenlerin üstüne oturmayı seçmiştim.

Tatlı bir rüzgar esintisi etrafı kaplarken, Jungkook'un saçının bir tutamı gözüne gelmişti. Elimi uzatıp saçını geriye doğru çektim. Bu sırada tenime değen sıcaklığını hissettim. Elimi alnına koyduğumda içimi büyük bir endişe kapladı.

"Aman Tanrım." dizlerimin üzerinde doğrulup yüzünü avuçladım. "Jungkook sen yanıyorsun! Çok ateşin var!" dedim endişeyle yüzüne bakarken. İfadesiz gözleri bir anlığına benimkilerle buluştu, sonra havale geçirir gibi gözleri kaydı ve bayıldı.

• Bᴀᴅ Bᴜɴɴʏ Π Jᴇᴏɴ Jᴜɴɢᴋᴏᴏᴋ •  Where stories live. Discover now