16-HERMIA

32 22 3
                                    

                                                       
Pazar günü Hilal ile tanıştık. Cana yakın bir kızdı, uzun boylu, upuzun siyah saçları, yeşil gözleri olan beyaz tenli bir kız. Türkçe öğretmenliği 3.sınıfta okuyordu. Gülay Teyze’nin yanında kalmaktan memnun olacağını söylüyordu. Hilal, Gülay Teyze büyükannesini ziyaret ettiği zamanlarda görürmüşonu. “Onu da babaannem gibi sevip sayarım, zaten artık ondan başka kimsem kalmadı. Birbirimize aile oluruz diye düşünüyorum. Hem yurtta kalmaktan da sıkılmıştım” demişti.


Hilal anne babasını ve abisini bir araba kazasında kaybetmiş. Kendisi de o arabadaymış ve kurtulan tek kişiymiş. O zaman bir yaşını henüz doldurmuş bir bebekmiş. Onu babaannesi büyütmüş. Uzak bir şehirde bir de dayısı varmış ama pek görüşmezlermiş. Hilal oldukça güçlü birine benziyordu. Talihsizlikleri atlatıp ayakta durmuştu. Laf arasında bir erkek arkadaşı olduğunu, üniversiteyi bitirince evlenmeyi düşündüklerini söylemişti.

“Peki, senin bir ilişkin var mı?” diye bana da sormayı ihmal etmedi. Fazla ayrıntıya girmek istemedim ve sadece ilişkim olmadığını söyledim.

Sonraki günler Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı okuyup istediğim role çalışarak geçirdim. Deniz de iyileştiğini haber vermişti, dansa gelebilecekti.

Seçmelere katılmadan önceki gece üst komşunun bebeği rahatsızlanmıştı ve bütün gece ağlaması durmadığı için uyuyamamıştım. Uyumaya çalışmanın anlamsız olduğunu anladığım saatlerde yataktan çıkıp hazırlandım. Tiyatroya seçmeler başlamadan yarım saat önce gitmiştim. Pelin henüz gelmemişti, tiyatronun loş koridorunda, kırmızı siyah bir koltuğa oturup Pelin’i beklerken broşürleri karıştırdım. Kitap çantamda duruyordu ama son anda biraz daha çalışmak kafamı karıştırmaktan başka bir işe yaramazdı, bütün replikler az çok aklımdaydı nasılsa. İçeride neler olacaktı bilmiyordum, ilk kez bir oyun seçmelerinde sahneye çıkacaktım. Heyecanlıydım elbette. Koridor oyuncu adaylarıyla dolmaya başladığında Pelin de gelmişti. Seçmeler başlayıp, birkaç aday girip çıktıktan sonra Pelin girdi içeri, çıktığında performansından memnun görünüyordu. Sıra bana gelmişti. Sahneye çıkıp derin bir nefes aldım. En ön sırada iki kadın iki erkek oturuyordu. Sağ baştaki kır saçlı adam geriye doğru yaslanmış, bacak bacak üstüne atmış, eli çenesinde takip ediyordu sahneyi. Zor beğenir bir ifade vardı yüzünde. Kırmızı kazaklı kadın öne eğilmiş, sahneye daha yakın olmaya çalışır gibiydi. Diğer ikisi pek ilgili görünmüyordu. Tiyatro hocalarının önünde neler yaptım tam olarak hatırlamıyorum. Seçilenlerin isimleri iki gün sonra tiyatro girişindeki panoya asacaklarını söylediler. Derse yetişmek için yola çıkarken Pelin’e benimle gelmesini teklif ettim ama onun oyunla ilgili hocalarıyla yapacakları vardı.

Okulun kapısından girdiğimde Elyesa’yı gördüm, kafeteryaya gidiyordu. Onu ilk gördüğüm günkü kadar heyecanlandım, dört haftadır görmüyordum onu. İçimden gidip ona sarılmak geldi, uzunca hiçbir şey söylemeden… Bu yapamayacağım bir şeydi elbette. Yapabileceğim ise gidip ‘merhaba’ demekti. Sadece bu. Ben ona yaklaşırken o da bir masaya doğru yürüyüp bir gazeteyi incelemeye başladı. Birkaç sayfa sonra kıpırtısız durdu. Ben yanına gelip tam karşısında durduğumda, gözlerine bakıp selam verecekken gazeteyi sert bir şekilde kapatıp hızlıca yanımdan geçip gitti. O kadar ani gitmişti ki, geçerken omzuma çarptı ama bunun bile farkında değildi. Gülümseme isteğim yerini karışık duygulara bırakmıştı; üzgün, kırgın, kızgın, öfkeli ve üşümüş hissediyordum. Boş boş etrafıma bakındım. Boğazıma bir şeyler takıldı. Koşarcasına merdivenleri çıkıp, bulduğum ilk boş sınıfa girip kapıyı kapattım. Yerdeki mavi yeşil, turuncu mor minder yığınına attım kendimi, istemsizce ağlıyordum. Aklım bomboş, düşüncelerimde hiçbir cümle yok, sadece gözyaşı. Sessizce, durmaksızın akan gözyaşları. Sonrasında bastıran uyku. O geceki uykusuzluğum, yorgunluk ve ağlamanın verdiği rehavetle gayri ihtiyari teslim olduğum uyku. Kapının açılıp kapanma sesiyle gözlerimi açtığımda 10 dakikadır uyuduğumu karşımdaki duvar saatinden anladım. Gelen Emel Hoca’ydı. Kapı sesiyle uyanmasam belki de puf puf minderlerin içinde beni fark etmezdi bile. Burası Emel Hoca’nın sınıfıydı, kocaman bir çeşit altıgen şeklinde bir oda. Kapının sağ tarafındaki köşede kıvrıldığım bu minder yığını vardı. Duvarlarda öğrencilerin astığı 5 poster. Hiphop figürleri yapan dansçı resimleri. Sınıfın geniş bol ışık alan bir de penceresi vardı. Emel Hoca beni görünce bir anlık bir şaşkınlık yaşadı “uykunuzu böldüğüm için üzgünüm prenses hazretleri, izninizle birazdan ders başlayacak bu sınıfta” dedi. Şaka mı ciddiyet mi vardı sesinde anlamamıştım.

Elyesa Cennetimde DansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin