8-DENİZ'İN HAYALİ

38 26 0
                                    


Deniz'le saat 2de buluşacaktık. Aklıma düşeni gerçekleştirmem için 4 saatim vardı. Büyük annem ve dedemin mezarlarını ziyaret etmek için yeterince bol bir vakit. Büyük annem ve dedem birbirlerini gerçekten çok severdi, onların aşklarına hayrandım ve ben de onlarınki gibi güzel, huzurlu bir aşk yaşamayı istiyordum. Ancak herkesin aşkı ölene kadar devam etmiyor, herkes aşkı elinde tutmayı başaramayabiliyordu. İşte ben bu zıt durum karşısında afallamıştım, aşk aynı aşk ama onun nasıl yaşayacağı aşkın kime konuk olduğuna bağlı. Bazıları aşkı hayatı boyunca kalbinde ağırlar ama bazıları da aşkın kendilerini misafir etmesini, hoş tutmasını ister. Bu gerçekten ezelden beri kimsenin çözemediği karmaşık bir konu. Ve şimdi anne babasının aşkının bitmesine üzülen arkadaşımı nasıl teselli edeceğimi düşünüyordum. Acaba ben de bir aşk yaşamıyor olsam Deniz'in halini anlayabilir miydim? Kafam karışık, hava soğuk, yeni yıl yaklaşırken artan kar yağışı etrafı pamuksu bir sessizliğe bürümüşken mezarlığa vardım. Beni mezarlıkta bir gören olsa, böyle bir havada burada ne aradığımı şöyle bir merak edip ardından herhalde deli olduğuma kanaat getirip yoluna devam ederdi sanırım. Ben de mezarlığa nasıl girip yol alacağımı düşünmüyor değildim. Kar kaplı otlar arasındaki bu bakımsız mezarlıkta dolaşmak hayli zor olacaktı. Ama büyüklerimi ziyaret edip biraz düşünmek istiyordum, kendimi, Deniz'i, aile olmayı ve aşkı düşünmeliydim. Bata çıka ilerleyip, girişin yirmi metre kadar içerisindeki kabirlere ulaştım. Mezar taşları üzerindeki karları ellerimle temizleyip, dualar okudum. Sadece kendi büyüklerim için değil, orada yatan tüm merhumlar için dilimden geldiğince dualar ettim. Yanımda getirdiğim poşeti bir taşın üzerine yerleştirip oturdum. Paltoma iyice bürünüp kızarmış parmaklarımı ısıtmaya çalışırken dedemlerin aşkını düşündüm. Büyükannem fakir bir ailenin kızıymış, dedemi uzaktan uzağa severmiş. Ama ne dedemin onu beğeneceğine ne de ailelerin bu izdivaca razı olacağına umudu varmış. Bir gün dedemin kız kardeşi büyükannemleri ziyaret edip, büyükannemin annesiyle konuşmuş. Dedemin, kızlarıyla evlenmek istediğini, uzun zamandır bunu ailesiyle konuştuğunu, eğer razı olurlarsa hemen bu hayırlı iş için gelmek istediklerini söylemiş. Büyükannemin düşündüğünün aksine dedem de uzun zamandır onu beğenirmiş, ancak bunu belli edemezmiş. Zira o zamanlar flört etmek şöyle dursun, bir kız ve bir erkek selamlaşamazmış bile. Ve dedem de hem bu sebeple hem büyükannemin gönlü olmayacağından korktuğu için meseleyi ailesine hemen açamamış. Oysa dedemin ailesi maddiyata önem vermediği için büyükannemin varlıklı olmaması da onlar için sorun değilmiş. Büyükannem, ''durumun böyle olacağını bilseydim, iki yıl sevda acısıyla yanmaz kavuşacağımız gün için sabrederdim'' derdi. Birbirini seven iki kişi konuşulmayan, anlatılmayan meseleler yüzünden boş yere acı çeker bazen. Ama dedem ''eğer hasret çekmeyip, kolay kavuşsaydık belki de sevdamızın kıymetini bilmezdik'' derdi. Acaba şu çağdaki insanlar kolay buldukları için mi çabuk kaybediyorlar? Ve ben Deniz'e ne söyleyebilirdim ki? Bu devirde işler böyle yürüyormuş, eskilerin düşüncesine göre aşk artık oyuncak olmuş denmezdi ya. Hem öyle oluyorsa ben neden aşıktım ki? Kısa sürede bitip tükenecekse bu kadar heyecan, istek ne için? Neden acı çeker ki insan bir gün zaten istemeyeceği bir şey için? Bunca yıldır insanoğlunun çözemediği aşk denen cismi görülmez varlık asırlarca insanlığa hem dert hem deva olmuşken 'aşk da neymiş' diye burun kıvırmak biraz tuhaf olurdu doğrusu.

Kar çok yağmadığı için ayak izlerim kapanmamıştı. Geldiğim yönden geri dönüp Deniz'le buluşacağımız kafeye gitmek için otobüs durağına doğru ilerledim. Neyse ki çok beklemem gerekmedi otobüs çabucak geldi. Kafeye girdiğimde Deniz çoktan gelmişti, o beni fark etmeden masasına doğru yaklaştım. Dalgındı, beni görünce irkildi, sarılıp merhaba dedikten sonra oturdum yanına. Mürdüm moru koltukları, fıstık yeşili duvarları, muhteşem tabloları ve pencereden görünen harika kar manzarasıyla çok güzel bir kafeydi burası. Pencereden bakınca ne kadar üşüdüğümü anladım, sanki dışarıdaki bütün soğuk bir aura gibi yansıyordu bedenimden. Deniz ''buz gibi olmuşsun, yürüyerek mi geldin?'' diye takıldı.Paltomu çıkardım ve gülümseyip oturdum karşısına. Sanki garson da benim gelmemi bekliyormuş anında yanımızda bitivermişti. Siparişimizi biran önce almak istediği belli oluyordu. İki fincan çay, ortaya da kafenin meşhur yıldız kurabiyelerinden istedik. Garson ayrılırken ben söze girmeye çalışıyordum. Ne diyeceğimi bilemiyordum oysa. Ve Deniz de oldukça stresli görünüyordu. ''Aslında hiç lafı dolandırmayalım'' dedi birden bire. ''Ne için buluştuğumuz ortada. Zaten söylenecek bir şey de yok ama...'' dedi. ''Deniz, benim söyleyeceğim ne olursa olsun kalbindeki sızıyı geçirmeyecek, bunu biliyorum. Ama kendini anne babanın yerine koy. Yani biran için düşün; sen evlisin ve yıllar sonra eşinle tamamen iki yabancı olmuşsunuz Ve bir de çocuğun var, onun üzülmesini istemiyorsun. Çocuğunun yanında hiçbir şey yokmuş gibi rol yapabilir misin? Anlaşamadığın biriyle aynı evi paylaşabilir misin? Biliyorum anlattıklarıma söylemesi kolay diye bakıyorsun. Peki, ben senin yerinde olsaydım, bunları sen benimle konuşsaydın neler söylerdin bana?'' dedim. Deniz beni dinlerken yüzünde yavaş yavaş bir yumuşama görmeye başladım. Sanki yaşadığı gerilim dağılıyordu. Onu incitmemek için oldukça ılımlı bir sesle konuşmaya çalışmıştım. Biraz sustuktan sonra tam söze başlamak için ağzını açıyordu ki, tez canlı garsonumuz; ''iki sıcak çay ve taze yıldız kurabiyeleriniz. Afiyet olsun'' diyerek araya girdi, Deniz'le biran garsona bakakaldık. Sonra birbirimize baktık ve gülmeye başladık. Garsonun sevimli yüzü ve pat diye araya girmesi biran için her şeyi unutturmuştu. Gülmekten kurtulunca, ''bir şey diyordun, dinliyorum devam et'' dedim. Gülümsemesi yüzünde dondu, derin bir iç çekti ''tamam... Eğer sen bu durumda olsaydın ben boşanan çiftin ortasında olmadığım için şuan hissettiğim gibi hissetmezdim. Ve eğer annemin yerinde olsaydım çok zor olsa da ben de onun verdiği kararı verirdim. Tamam, anlıyorum benim onlara karşı anlayışlı olmam lazım. Eğer benim için boşanmaktan vazgeçerlerse, hayatımız daha da zorlaşacak. İster istemez tartışacaklar ve üçümüz de mutsuz olacağız'' dedi. Sonra biraz tereddütle ''ama... ama ben evlenmeyeceğim. Aşk bitebilir, bunu kabul edebilirim ama aile de bitiyorsa evlenmenin ne anlamı var'' dedi. ''Deniz erkek arkadaşın var mı?'' diye sordum biraz çekinerek. ''Hayır yok, neden ki?'' dedi. ''O zaman bence o kadar kesin konuşmamalısın. Kim bilir bir gün sen de bu riski alabilirsin. Sen de kabul edersin ki kimse bir gün boşanacağını düşünerek evlenmez. Ve bir kez aşık olup yuva kurmak isteyince hiçbir şey sana engel olamaz.'' Dedim. Sanki ona daha önce düşünmediği şeyleri anlatıyormuşum gibi geldi bana. Çünkü yüzünde şaşkınlık görüyordum. Bir kaç saniyelik sessizlikten sonra ''Lena,'' dedi duraklayarak konuşmaya devam etti ''sence... onların ayrılmasını düşünmeyip... olayları akışına mı bırakmalıyım?'' dedi. ''Kendini olanlardan sorumlu mu hissediyorsun?'' dedim. ''Aslında hayır. Sanırım ben yeni hayatımızdan korkuyorum''

Elyesa Cennetimde DansWhere stories live. Discover now