5-MAHRUM

59 32 6
                                    

Çare yok ama umut var. ''Kim bilir, belki bir gün'' diye devam eden cümleler insana tuhaf bir güç veriyor. Ve ben bir karar aldım; düşünme sadece sev dedim kendime. Çıkmıyorsa kalbinden bırak orda kalsın.

Hava ayaz, kimsenin evinden çıkası yok ama ben hevesle okula gidiyordum. Ellerim ayaklarım donuyordu, kış günü yağmur yağıyor ama içimde sıcak şarkılar vardı, yolum uzundu ama buna değerdi. Dans bana huzur veriyordu. Aklımda bu dönem için dans ve Elyesa'dan başka bir şey yoktu. Tekrar işe girmeyi düşünmüyordum ya da akademik bir kariyeri. Sanırım geçmişe ara vermiştim. Eskiden yaptığım bildiğim şeyler şuan çok da önemli değildi, şuan sadece Elyesa vardı. Her şey değişebilir ve değişimler bazı insanlara 'bunca zaman ne elde ettim. Pek çok şey için geç kaldım. Her şey boşa gitti' gibi endişeler duyurur. Ama ben pek çok kez sil baştan başlamış biri olarak değişimlerden ürkmüyordum. Kim bilir belki de evlenip üniversite mezunu bir ev hanımı bile olabilirdim. Çünkü ben mesleğine aşık insanlardan değildim. Ekonomi mezunu olmak, hesap kitap işleri... Hayatımı idame ettirmek için bu konular mesleki olarak gerekli olsa da hayatımın bu döneminde bunları o kadar da çok düşünmeyecektim.Belki pek çokları düşüncemi doğru bulmaz. ''Aşıksın, gözün kör olmuş. Kendi ayaklarının üzerinde durmak, ekonomik özgürlük çok önemli, böyle bir imkanın varken, evde oturup çocuk mu bakacaksın?'' diye düşünenler olabilir. Ama ben sevdiğim insanla bir yuva kurmanın güzelliğinden bahsediyordum. Para ve mevki hırslarına kapılıp hep daha fazlası demek yerine sevdiğimle orta halli bir hayat bana cennet gibi gelirdi. Yani çok para kazanıyım, insanlar arsında bir üstünlüğüm olsun derdinde değildim. Ben ne sadece mesleğim olurdum ne de yaşamda sahip olduğum lüks beni ben yapar. Ben iyi bir eş, bir anne, iyi bir evlat, iyi bir kardeş, iyi bir arkadaş, iyi bir vatandaş, iyi bir kul olmak isterdim. Bu yüzden ne iş ne akademi, hayatımın odak noktası değil. Bunlar süre gelen çalışmalardan, öğrenimlerden ibaret. Yaşamın bir parçası ama tümü değildi. Gerektiğinde çalışıp para da kazanabilirdim elbet.Onun da bir zamanı vardı. Çevremin tepkileri bana bunları düşündürüyordu. Neden işten ayrıldığımı, neden yeni ve daha iyi bir iş aramadığımı, dans okulunun ne işime yarayacağını merak ederek hayatıma müdahale etmeye çalışan yabancıları, açıklama yapmadansusturmanın imkanı yoktu maalesef. Öte yandan herkese hesap verecek de değildim. Bazılarına tek bir cümle bile açıklama yapmıyordum. İnsan çevreye saygısını kaybetmeden, kendi doğrularıyla yaşamalı. Neyse ki ailem hep yanımda ve kendime zaman ayırmama destek veriyorlardı.

Düşünceler artık en yakın arkadaşlarım olmuşlardı, kafamda boş bir alan yoktu. Son cümlelerimle okula adımımı attım ve sıcak hava yüzümü yalayıp dışarı sızmaya başladı. Sınıfa ulaştığımda bir kez daha emin oldum dans okuluna başlamakla doğru bir şey yaptığımdan. Çünkü bir sanat öğreniyordum, yeni arkadaşlar edinmiştim. Burada kendimi oldukça rahat hissediyordum ve kendimi dinleyip anlama fırsatı da edinmiş oldum. Kim ne derse desin iyi ki bu okula gelmiştim.

Mustafa'yı gördüm sınıfa girerken, seslenecektim yetişemedim. Ben de ardından sınıfa daldım ve sonra pişman oldum; Elyesa çoktan gelmiş, bense üstümü, başımı düzeltmeden karşısındaydım, saçlarım ıslanmış, berbat görünüyordum. Ne aptal ve tecrübesizim; ''madem o kadar çok seviyorsun biraz kendine özen göster, ona güzel görünmelisin'' diye düşündüm. Oysa Elyesa bana bakmadı bile, en olmadık şekilde gelsem dahi dikkat etmeyecekti sanırım. Örneğin cadı şapkası takıyor olsaydım bunu görmeyecekti bile. Bu gün pek kimse gelmemişti, Mustafa da derste kalmaya pek hevesli değildi. ''Polat Hoca gelse de izin alıp gitsem'' diye söyleniyordu. Sonunda ders başlamıştı. Dans pek güzel ve eğlenceli figürlerle ve müzikle akıp gidiyor, diğer öğrenciler gelmese de. Mustafa ilk yarıda gitti. Polat Hoca da ikinci derse biraz geç geleceğini söyledi. Elyesa sınıftan çıktığında bir iki dakika öylece kalakaldım. Kimse gelmemiş. Sınıfta en çok anlaştığım Deniz de gelmeyince yapayalnız hissettim kendimi. Bir ders daha var ve ben sırf öğrenciler yok diye gitmek istemiyordum. Elyesa buradayken gitmek zaten düşüncem dahilinde olamazdı. Kafeteryaya gidip bir şeyler içeyim sonra çalışmaya devam ederim diye düşündüm. Aslında şimdilik Elyesa ile yalnız kalmayı pek istemiyordum; çünkü herkese nasıl davranıyorsam ona da öyle davranıyordum ve bu durum benim onun üzerinde hiçbir etki bırakmamama sebep oluyordu. Mesafeli ve sadece arkadaşça davranışlar onu bana çekmezdi. Oysa bir şekilde kaynaşmalıydık. Hem o suskun ben suskun, durum biraz bunaltıcı oluyordu. Ben hislerimi belli etmemek istiyordum ve bu yüzden çok fazla konuşmuyordum. Zaten o da çekingenliğiyle sohbeti her zaman kısa tutuyordu. Tedirgin bir şekilde kafeteryaya gidip bir kahve aldım, onu da pencerenin yanındaki masada çay içerken buldum. Başka kimse yoktu. Tereddütle de olsa bir şey söylemeden karşısına oturdum. Pencereden okulun bahçesine baktım, o küçük ağaçlar kışın soğuğuna boyun eğmiş, dökülmüş yaprakları, çıplak kalmış kollarıyla titriyorlardı. Biran dalmışım bahçenin kış görümüne, sonra kahvemle ilgilenip, boş boş pet bardağıma bakmaya başladım. Böyle anlarda, zaman hep ürkektir. Susmakla geçen anlar çok uzun gelir insana. Zaman korkuyla tik taklarını atar ama şimdi bu uzun dakikaların çabuk bitmesinden korkuyordum. Ben geçmesin dakikalar, donsun zaman derken, bir yandan da ne yapabilirim, böyle hiçbir şey yapmadan karşılıklı oturmakla olmaz diye düşünüyordum. Sonra masada günün gazetesi olduğunu gördüm. Alıp incelemeye başladım. Hem böylelikle gün normal haline dönmüş olurdu. Birkaç haber okudum, sayfaları karıştırdım, düşüncelerim dağılmaya başladı. Sanki evimde kahvaltıdan sonra gazeteye daldığım günlerden birindeymişim gibi hissettim. Evet, işte bu, tamam her şey normal, zaten ne var ki bunda ders arasında oturmuş kahve yudumlamanın ne tuhaflığı vardı. Tuhaf olan Elyesa'nın masasına hiçbir şey söylemeden oturup, üstüne birde konuşmadan boş dakikalar geçirmekti. Gazetemle ilgilenirken bir yanda da onu görebiliyordum, istemsiz bir gizlilikle bana baktığını görmek beni önce şaşırttı çünkü bu bakışı tanıyordum; çünkü bu bakış bir gencin hoşlandığı kızı incelediği türdendi. Havadaki o değişik enerjiyi hissediyordum. Aslında bu gibi durumları daha önce birkaç kez yaşamıştım; geçmişte bir gün, bana böyle bakan Yiğitsonunda dayanamayıp hislerini açmıştı. Ama sonra düşündüm ki; izinsizce masasına oturmam ve konuşmamam, kendi işimle meşgul olmam, o yokmuş gibi davranmam onu şüphelendirmiş olabilir. Yani sanırım ''Lena'da bir tuhaflık var, sanki bir şey anlatmak ister gibi ama konuşmuyor, yoksa bana karşı bir ilgisi mi var?'' diye düşünmüş olabilirdi. Aklındakileri bilemezdim ki! Açık olamamak ne kötü. Onun yerine fikir yürütmek ne kötü. Keşke konuşabilseydik. İnsan hep tetikte, hep ölçüp biçmek zorunda. Böyle yaparsam ne olur, şöyle dersem kim ne düşünür diyerek geçiyordu ömür. Oysa bu kadar utanç getirmemeli aşk. Bu kadar hesaba kitaba gerek olmamalı. Birini sevmenin nesi kötü, biri seni seviyor diye rahatsız olmak da ne demek? Sevilmediğiniz bir dünya yaşanılır bir yer olur mu ki? Gerçi Elyesa benim onu sevdiğimi bilse rahatsız olur mu bilemiyordum. Ama ona söylemenin zamanı değildi henüz. Bana kalsa ilk günden söylerdim, ama kişi bu sözleri duymaya hazır olmalı. Ve biz henüz doğru düzgün sohbet bile edemiyorken, sınıf arkadaşı bile olamamışken, nasıl anlatırdım ona. Hem o sadece bana değil herkese yabancı, herkese uzaktı. Ben de eskiden onun gibiydim, pek konuşkan değildim, herkesle iletişim kurmazdım. Halen pek dışa dönük bir insan sayılmazdım ama Elyesa'ya göre oldukça cana yakındım. Ve şimdi biz konuşmazken, ben düşünceler arasında kayboluyordum, o sessizlik benim kafamdaki kalabalığa karşıydı sanki. Peki, o ne düşünüyordu, ben karşısındayken aklından neler vardı. İnsan gördüğü, duyduğu, bildiği şeyler hakkında illa ki bir şeyler düşünürdü. Hiçbir şey düşünmemek olmaz, insan düşünceleriyle varlığını sürdürür. Özellikle yanınızda başka biri varsa ve konuşmuyorsanız, zihniniz bir şeylerle meşguldür, belki yanınızdaki kişiyle ilgili, belki başka şeylerle ilgili aklınız susmaz konuşur. Bizim bu uzun dakikalarımız böyle bir boşlukla heba olmaktaydı. Ben ne yapacağımı bilmez haldeydim susuyordum, o düşünmede ve susuyordu.

Sonunda dayanamadım, bir şey yapmalıydım. Kalkıp sınıfa gitsem iyi olacaktı, zira önce onun gitmesini istemiyordum. Sonra gazeteyi katladım, ''bugün de hiç neşeli haber yok gazetede'' dedim, cevap beklemeden kalkıp gittim. İçim buruktu, üzüldüm, neden böyle? Ben bir şeyleri yanlış yapıyordum ama neleri? Neden yakınlaşamıyorduk? Ya da o neden bu kadar soğuktu? Bütün sebep kişiliği olamazdı. Her ne ise bu, bana bir işkenceydi.

Mahrum bıraktı beni sevgiden,

İlgiden mahrum.

Esirgedi bir güler yüzü,

Sıcak, sade bir sözü.

Ayrılırken yanından gerçekten üzgündüm. Küçük bir tavrı yetiyordu beni kırmaya. Ondan fazla bir şey istemiyordum. Azıcık bir yakınlık gösterse yeterdi. Eğer bu kadar uzak durmaya devam ederse beni tanıyamayacak ve sevmesi için bir sebep olmayacaktı. Çünkü duruma bakılırsa ilk görüşte bir beğenisi olmamıştı bana karşı. Yani beni tanıması, beni ben olduğum için sevmesi gerekiyordu. Bunu sağlamak istiyordum ama hiçbir şey yapamıyordum.

Elyesa Cennetimde DansWhere stories live. Discover now