Çilek kız'dan şehvetli gecelere...

Start from the beginning
                                    

Yine de kadınlar tuvaletini geçip engelliler tuvaletine girerken içimden Bree'nin başına hiç bir şey gelmemesi için dua ediyordum.

Evet, tanrım, pekiyi anlaşamadığımızı biliyorum... Bazen pek iyi biri de değilim ama o bir bebek ve...

İçeri girdiğim anda kapıyı arkamdan kilitleyip, pencerenin durduğu yöne göz attım. Pencere biraz fazla yukarıdaydı ama alt kısmında engellilerin tutunabilmesi için demir bir çubuk monteliydi. Demir çubuğa bir ayağımı atttım ve pencerenin pervazına tutunup kendimi dışarı çekmeye çalıştım, camın çerçevesinin oturduğu yerdeki çıkıntılar avuçlarıma batıyordu harika! Geçemiyordum, sırt çantasıyla birlikte sığmam mümkün değildi. Küfrederek çantamı çıkarmaya çalıştım. Tek elimle pervaza tutunmak avcumdaki baskıyı arttırıyordu ama işte aptal çanta çıkmıştı!

Çantayı yere atıp kendimi de dışarı çektim. Düşmüştüm, ama şansıma kafamı yumuşak çantaya çarpmıştım. Üzerindeki tozu toprağı silkeleyip ayağa kalktım.

Pekâlâ, popom fena halde sızlıyordu fakat acıyla daha sonra baş etmeliydim, geç kalıyordum.

Çantayı kollarımdan geçirip üç blok koşarken, kapüşonlu ceketimin fermuarını çekip, şapkayı kafama geçirdim. Tarif edildiği gibi son sokaktan saptığım anda çürüyen sebzelerin keskin kokusu burnumu yaktı. İki kedinin kavga ederken çıkardığı ciyaklamalar korku filmlerin fırlamış sokakta yankılanıyordu. Yavaşlarken etrafıma baktım, neredeydi?

Tam o sırada, aval aval etrafa bakarken, belimde bir kol hissettim. Sırtım, sert bir bedene yaslanmıştı. Korku ve şokun etkisiyle, ani bir nefes aldım. Şimdi, keskin çöp kokusu yerini sedir ağacı ile yıpranmış derinin kışkırtıcı ve korkutucu birleşimine bırakmıştı. Gözlerimi, sarı tüylerle kaplı kaslı kola diktim. Tamamını göremediği siyah çizgilerle kaplıydı. Dövme... Acaba neyi anlatıyordu?

Güçlü bariton bir ses "Hiç gelmeyeceksin sanmıştım, kedicik." Diye mırıldanınca sıçradım. Konuşurken adamın dudaklarını çevrelediğine inandığım kirli sakal kulağımı gıdıklamıştı. Kulağımdan yüzüme yayılan saçma bir sıcaklık hissediyordum.

"Bırak beni!" diyerek kolunu boşuna bir uğraşla itmeye çalıştım. Tanrı aşkına kontrolü ele almalıydım, Bree bir kafede yalnızdı, kaybedecek vaktim yoktu!

Adam kolunu daha da sıkıca sarınca, onun ayaklarına basarak tepinmeye başladım, on iki yaşımdan beri sert ve ağır botlar giyerdim, minik silahlarımın olması her zaman iyi hissettirirdi. Ama birkaç saniye sonra ayaklarımın, yıpranmış siyah deriden ayakkabılara, değmediğini fark ettim. Şimdi sıçmıştım işte! Bu adam beni kaldırmış mıydı? Şimdi ne yapacaktım?

Adam beni oyuncak bir bebekmişim gibi çevirip sırtımı sertçe kiremit duvara dayadı. Hala korkudan bayılmamı, bu sprey boyalarla kaplı duvarın soğukluğuna borçluydum. Teşekkürler, tanrım kiremitleri soğuk tuttuğun için, şey, bu arada, belki, bana aniden biraz kas vermek istersin... Spartalılarınki kadar falan olursa mükemmel olurdu...

"Burada gerçekten bir kedicik varmış öyle değil mi?" diye minik duamı böldü, aynı güçlü ses gülerek. Benimle dalga geçen adama bakmak için kafamı kaldırdım. Midemden göğüs kafesime doğru yayılan tuhaf bir sıcaklık hissettim. Lanet olsun, ne oluyordu bana! Adamın koyu gri gözlerine baktım. Hayır, tam gri değildi göz bebeğinin etrafı açık zümrüt rengindeydi. Doğru tahmin etmiştim, adam güçlü çenesinden çıkık elmacık kemiklerinin başladığı yere kadar cildini kaplayan birkaç günlük açık renk sakallara sahipti. Midemin üst kısmında küçük bir sıcaklık oluşurken, sakalların kulağımı nasıl gıdıkladığını hatırladım.

Kızarmış mıydım? Süpersin Annie, tam da liseli âşık kızı oynayacak zaman. Kendimi derhal toplamalıydım, Bree'yi düşünmeliydim, yalnızdı ve...

Kotrolü ele almalıydım.

Evet.

Bunu başarabilirdim.

Ufak moral konuşmamın ardından ayaklarım hala yere değmediğinden yapılabilecek tek şeyi yaptım. Duvarı tekmeleyerek adama yalvardım;

"Lütfen, bırak beni, geç kaldığım için özür dilerim." Sesim korkumu yansıtırcasına kesik kesik çıkıyordu ama en azından çıkıyordu değil mi?

Adamın gülümsemesi silindi. Aniden eğlenmemeye başlamıştı. Tam, acaba hangi kısım onu en çok sinir ettiğini, beynimde oylarken, adam tüm oylamamı bölerek;

"Oyun bitti öyleyse." Diyerek beni bir anda bırakıp, bir adım geriledi. Biraz önce beni kavramış olan kaslı kollarını, şimdi iri göğsünde kavuşturmuştu.

Islanmış köpek gibi silkinerek kendime gelmeye çalıştım. Odaklanmalıydım, sırtımdaki rahatsız edici ağırlık, çantamı hatırlattı. Evet, çanta, burada olmamın nedeni, o çantanın içindekilerdi.

Kollarımdan çantayı çekip aldım ve telaşla fermuarı açmaya çalıştım. Ah mükemmel, fermuar takılmıştı ve titreyen ellerim her şeyi daha da güzel bir hale getiriyordu. Tanrım, kiliseye tekrar gitmeye karar verdiğimden bahsetmiş--

Titreyen ellerimde ani bir sıcaklık hissettim. Koca bir el, benim elimi kavramış çantadan koparmaya çalışıyordu. Daha fazla dayanamayarak ellerimi çekmesine izin verdim. Adrenalin direnme gücümü yok etmişti.

Adam çantanın fermuarını tek çekişte- beni tam bir aptal gibi hissettirerek - açıp geri uzattı. Çantayı elinden gereksiz bir hızla çektim. Kahretsin! Her şeyi düşürmekten son anda kurtulmuştum. İçimden, repertuvarımdaki en özel küfürlerden birini savurdum. Derhal kendine gelmeliydim...

Elimi koca bez çantanın içine daldırıp, beyaz tozla dolu yumruğu kadar bir torbayı çekip adama uzattım.

Adam hızla elimden torbayı çekerken "Burada son derece akıllı bir kedicik varmış demek." Diye homurdandı dişleri arasından. Çenesi kasılmıştı. Yüzünden gerginliğin ve sinirin izleri okunuyordu. Evet, işte bu bendim, bir keşe birinci kalite uyuşturucu vererek bile onun sinirlenmesine sebep olabilirdim!

Ardından "Çantayı ver." Diye emretti.

Tereddütle adama baktım. Yapmam gerekenin hepsi bu kadardı daha ne istiyordu? Çantamla ne yapacaktı?

"Sen bileklerindeki kelepçeden tahrik olanlardan olabilirsin kedicik ama ben değilim." Diye tıslarken çantayı ellerimden çekti ve fermuarı kapatıp geri uzattı. Bu kadar mıydı yani? Pekâlâ, centilmenliğe bir puan! Ve ellerine, elleri ne kadar kocaman ve güçlüydü...

Odaklan Annie! Diye çığlık attı beynimde hala mantıklı kalabilmiş olan birkaç kıvrım. Para, parayı almalı ve hemen gitmeliydim.

"Para..." diye zayıf bir sesle mırıldandım. Adamın ifadesiz suratı şaşkın bir ifadeye büründü ve ardından daha da beterini yaparak bana tamamen alayla dolu bir kahkaha sundu. Kahkahası tüylerimi diken diken ettmişti. Bu kadar fena halde seksi olmak zorunda mıydı?

Kahkahası son bulunca "Hadi ama kedicik bana bu kadar masum olduğunu söyleme!" inanamayarak. Hiç bir cevap vermeyince;

"Çantana bak." Dedi basitçe.

Çantayı açtığımda, plastik bantla birbirine bağlanmış paraları gördüm.

Tamam, kocaman, güçlü ve...Hızlı elleri vardı.

Parayı saymadım, büyük ihtimalle olması gerekenden bile fazlaydı.

Kafamı kaldırdığımda adam gitmişti. Onu bulmak için etrafı en ince detayına kadar tarasam da, etrafta tek bir izi bile yoktu. Kedinin acı içindeki ciyaklamasıyla, Bree'yi hatırladım, yapayalnızdı, kafede uyuyordu. Tümüyle savunmasız bir halde...

Telefonum 12.17'yi gösteriyordu. Garson her an beni aramaya başlayabilirdi. Çantayı sırtlayıp tekrar arkama bakmadan koşmaya başladım.

Aramıza hoş geldiniz okuduğunuz için teşekkür ederim :D

KaçakWhere stories live. Discover now