Çilek kız'dan şehvetli gecelere...

59.9K 1.7K 78
                                    

Sonunda, oyuncak bebeklerinkine benzeyen kızıl saçlarımdan kurtulmuştum; artık kutunun üzerinde yazdığına göre "şehvetli geceler" rengindeydiler. Çilek kızdan, şehvetli gecelere...
Daha da çirkin olmuş olamazdım değil mi sonuçta?

Gururla camdaki yansımama bakarak saçlarımı yüzümden geriye ittim, iyi iş becermiştim. Ucuz bir saç boyasıyla yapabileceğimin en iyisini bu olmalıydı.

Ancak, evet, yanılmıştım. Daha çirkin olabilirdim. Yansımam bunun kanıtıydı. Yine de gerekli olan neyse onu yapıştım ve yine evet, sonuçta başarılıydım. Tek bir turuncu saç telinden bile iz yoktu. Şimdi geriye tek bir şey kalmıştı;

"İş bulmalıyım Bree ardından ikimiz sonsuza dek mutlu yaşayacağız." Derin bir nefes alarak sevgiyle benim bir zamanlar sahip olduğumun kopyası parlak kızıl saçları okşadım. Keşke her şey bu kadar kolay olsaydı. Endişenin beni esir almasına izin vermemeliydim ama...

Şimdi ne yapacaktım? Nasıl iş bulacaktım? Kim 17 yaşında bakması gereken bebeği olan birini işe alırdı ki? Ya sosyal hizmetler kapımıza dayanırsa ne olacaktı?

Taşmaya başlayan sütün, çıkardığı tıslamayla hayal âleminden çıktım. Harika, daha sütü bile doğru düzgün kaynatamıyordum, hayatta kalmayı nasıl becerecektim, kim bilir. Daha da önemlisi bebeğe nasıl bakacaktım? Buna hazır değildim, bir bebeğe... Hele tek başıma...

Bree'yi kucaklayıp külüstür bebek arabasına yerleştirdim, ardından yarısı taşmış sütün yanına gittim. Ocağı kapattığımdan emin olup, sütü yıpranmış biberonun içine boşalttım. Yeni bir biberon almalıydım...

"Ama bunun için paraya ve para içinde bir işe ihtiyacım var." Derken yanına gittiğim, bebek arabasını iterek evden çıktım.

Annemin sarhoş bir zamanında yerlerini söylediği para bitmek üzereydi. Sırt çantasını elimle yokladım, evet hala oradaydılar. Bunu yapmaktan nefret ediyordum ama kardeşim için yapmak zorundaydım.

Londra havası gittikçe serinliyordu. Yaz bitiyordu. Eskiden kışları çok severdim, her tarafın parıltılı kremadan bir örtüyle kaplanması beni büyülerdi, şimdiyse kışın gelişi bana; minik bebekleri yatağa düşürecek salgınların başlangıcını ya da ısınmaya harcanacak parayı müjdeliyordu.

Yanından geçerken tozpembe ve soluk mavi duvar kâğıtları olan dondurmacıya baktım, bir yer olacaksa orası burası olmalıydı. Büyük cam vitrinlerin arkasında mutlu çocuklardan bir sel uzanıyordu, burada kimseye zarar gelmezdi. Daha fazla düşünmek beni daha fazla endişelendirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Hoşlansam da hoşlanmasam da bunu yapmak zorundaydım.

İçeri girerken tatlı görünüşlü kırklarının ortasında görünen garsonu gözüme kestirdim.

"Pardon, bakar mısınız?" Kadın bana gülümseyerek döndü ardından gözlerini uyuyan bebeğe çevirdi. Gülümsemesi şimdi biraz merakla karışıktı.

"Evet, canım, nasıl yardımcı olabilirim?" diye mırıldandı.

"Kızıma birkaç dakikalığına bakabilir misiniz acaba? Acilen tuvalete girmem gerekiyor."

Kadının çatık kaşlarının ardında anlayışla birlikte hayal kırıklığının izleri okunuyordu. "Demek kızın... Pekâlâ, ah anlıyorum, hiç dayanamıyorum böyle minik kızlara." Dedi aceleyle ve bebek arabasına yaklaşarak devam etti. "Ama onu burada bırakmayı aklında bile geçirme burası şirin bir yer olabilir ama kimsesizler yuvası değil. Kimse zilyon tane çocuğunun yanına sırf acıdı diye yenisini eklemez. "

"Onu bırakacağım falan yok. Yalnızca birkaç dakikaya ihtiyacım var." Diye bağırdım hiddetle. Aynı anda kilisenin çanı kulaklarımda çınladı. Has siktir, gecikmek üzereydim. "Lütfen yalnızca birkaç dakika, size yemin ederim geri döneceğim." Dedim telaşla ardından kadının bir şey demesine fırsat vermeden tuvaletlerin olduğu arka tarafa koştum. Kadın güvenilir görünüyordu. Bebeğe bakmaya meraklı değildi ama birkaç dakikada onu hayatta tutabilecek kadar iyi birine benziyordu.

KaçakWhere stories live. Discover now