Bölüm 40

20.4K 1.7K 76
                                    


Yüksek sesle odada çoğalan mesaj sesiyle gözlerimi açtım, telefonu elime alıp bu saatte kimin mesaj yolladığına bakmak istedim ama Soner de uyanmış olacak ki benden hızlı davranarak telefonumu aldı elimden

" Sabahın yedi otuzunda bakalım bu mesaj kimden gelmiş"

Yüzümü örten saçlarımı kulağımın arkasına itip biraz doğrularak ona yanaştım ve ekranı görmeye çalıştım. Yüzü asılmış bir şekilde geri verdi

" Al zaten o yazmasa gün kesin aymayacaktı"

İçimden gelen gülme dürtüsünü bastıramadan kıkırdamaya başladım bir yandan da Sinan'ın sadece " günaydın" yazan mesajına bakıyordum

" Bakıyorum da bir mesaja çok sevindin"

" Aslında sana gülüyordum"

Ayaklarını yataktan uzatıp yavaşça ayağa kalktı

" Sana sadece on saniye veriyorum hemen çık yoksa...."

Çoktan kahkahalar atarken ayakkabılarımı bile giymeden kapıya koşturmaya başladım sonra dönüp ayakkabılarımı aldım ve yine koşturarak kapıya gittim arkamı döndüğümde inanılmaz bir tatlılıkla gülümsüyordu... 

Hazırlanmam çok uzun sürmemişti çantamı da alarak lobiye indim ve kahvaltı için beklemeye başladım. Bu arada Sinan'a cevap yazdığımda beni hemen aramıştı. Kısa ama hoş bir konuşma olmuştu. Sinan bana nazik davranıyor yanında olduğum zamanlarda da rahat olmam için elinden geleni yapıyordu. İyi biri ve oldukça yakışıklıydı ama bana göre değildi, Soner de olan çekiciliğin yarısı bile onda yoktu. Evet konuşması hoştu ama kapılıpta gitmiyordum kelimeleriyle halbuki Soner konuştuğunda hiç susmasa saatlerce dinleyebilirdim. Hatta o hiç konuşmasa da onu izlemekten sıkılmayacağımı artık biliyordum. Ama arada bana bakan gözlerindeki o alevler neden o kadar yoğundu, aynada kendime baktığımda güzel bir yüz görüyordum da Soner bu yüze bakarken ne görüyordu onu bilmek istiyordum. Onun kafasında nişanlısıyla ilgili sorular vardı ve ben onun emin olmadan evlenmesini istemiyordum. 

Eğer yine de evlenirse uzağa giderdim, çok uzaklara, yalnızlığımı tekrardan yaşayacağım ve kimseyi tanımadığım yerlere gider bana verilen bu ömrü iki büyük yenilgiyle sonlandırırdım. Evet, iki büyük yenilgi, biri toyluğum, gençliğim en saf duygularımla yüklü bir diğeriyse yüreğimi yoğuran bir acıyla harmanlanmış bir aşk, kara sevda, imkansız aşk...

İzlediğim onca filmler mutlu sonla bitiyordu, kendime mutlu bir son çizdiğimde de yanımda gözlerim kapalı bile Soner'i koyuyordum. Eğer bu kadar yoğun duygulardan sonra onunla olmak hala bana imkansız olursa yapacak bir şeyim yoktu giderdim İstanbul'dan... İş önemli değildi, bu sektörde çalışmak zorunda değildim. Bir mağazada tezgahtarlık bile yapabilirdim. 

Ama...ama umarım buna gerek kalmazdı, umarım Soner gerçekten seven bir kadını arzulardı, yanında huzur veren bir kadın isterdi, ona çocuk vermek ömrümün en güzel olayı olurdu, hatta iki ya da üç tane bile olabilirdi. Akşamları işten gelen babalarını koşarak kapıda karşılayan üç küçük güzellik.... Dolan gözlerimi ellerimi kapatarak örtmeye çalıştım

" Lütfen, lütfen, lütfen iyi düşün, kararın hepimizi etkileyecek"

Ellerimi çekip gözlerimi son bir kez kuruladığımda karşımda dev gibi boyuyla duran adama baktım, bir şey demedi duymadığını düşündüm, duymamıştır inşaallah... Sessizce yaptığımız kahvaltının ardından sessizce Soner'in söylediği kahvelerimizi içiyorduk. Telefonundan maillerini kontrol ettiğini görebiliyordum ama aynı maile bakmaya başlayalı beş dakika olmasına rağmen ne sayfayı çeviriyor ne de kaydırıyordu, görmeden baktığı belliydi...

AŞK SEN MİSİN?Where stories live. Discover now