01

2.6K 226 67
                                    


İyi okumalar~Yorum yapın lütfen♡

Bu hayatta bazı şeyleri gerçekten çok iyi yapıyordum. Mesela çok iyi bir tiyatro oyuncusuydum. Sahnede oldukça alkış alıyordum, her oyunda bir öncekine oranla artan alkış sesleri beraberinde bana yeni oyun teklifleri getiriyordu. Tüm bunlarda oyunculukta iyi olduğumu bana gösteriyordu. Sonra sesim güzeldi. Buna da lise sonda arkadaşlarım ve birkaç öğretmenimin ısrarıyla katıldığım liseler arası bir şarkı yarışmasında okuduğum okula birincilik getirerek anlamıştım.

Şimdilik iyi olduğum bir başka şeyi söylemem gerekirse eğer bu uykusuzluktan ölmek üzereyken bile kapalı gözlerimle oldukça neşeli bir şekilde şarkı söylemek olurdu. Evet uyurken şarkı söylüyorum da diyebilirdim. Hem de dişimi fırçalarken sabahın altısında! İddia ediyorum bunu hiçbiriniz başaramazsınız. Büyük ihtimalle sizi bu saatte uyanmak zorunda bırakan sisteme yeni türettiğiniz küfürleri sunuyor olurdunuz.

Ama benim de neşemin bir sınırı vardı. Söylediğim şarkı yavaş yavaş dilimde yok olup diş fırçamın dişlerimin üzerinde gidip gelişleri yavaşlayınca ayakta uyuduğumu fark ederek kendimi toparlamam sağ tarafa doğru sendelemem sayesinde olmuştu. Dişlerimle yanağımın arasına sıkıştırdığım diş fırçasıyla lavaboya tutunup dengemi sağladıktan sonra gözlerimi kırpıştırdım.

Tanrım neredeyse iki gündür toplam beş saat bile uyuyamamıştım. Günlerce uykusuz bir şekilde provasını yaptığımız oyunu dün gece sahnelemiştik ve bugün yeni bir oyun için hemen çalışmalara başlıyorduk. En azından bir gün dinlenemez miydik?

Tamam, tamam şikayet etmemeliydim. Bu işi severek yapıyordum ve gelen oyunları bunları yaşayacağımı bildiğim halde kabul ediyordum. O yüzden şimdi şikayet etmeyi bırakıp hazırlanmalı ve sonra doğruca provaya gitmeliydim.

Provalar sırasında en rahat olduğum parçaları dolaptan çıkartıp üzerime geçirdim. Bir eşofman altı ve salaş bir bluz sadece prova sırasında değil dünyanın her yerinde ne yaparsak yapalım en rahat şeylerdi. Tabi ki pijamalarımdan sonra...

Kendi kendime o kadar çok konuşmuştum ki laf lafı açıyordu ve kahvaltı yapacak kadar zamanımı kendimle konuşarak oyalandığım için harcamıştım. Nihayetinde kahvaltı yapamayacağımı anlayıp kapüşonlu hırkamı gece bıraktığım salondan alarak hızla evden çıktım. Yol üzerindeki bir pastaneden alacağım bir iki kurabiye ile aç karnımı doyurabilirdim.

Yolum çok uzun değildi. Kulağıma taktığım kulaklıktan dört veya beş şarkı dinlediğimde gelmiş oluyordum. Ya da bugün ki gibi iki üç kurabiyeyi mideme indirdiğimde çoktan eski tiyatro binasının içine girmiş oluyordum.

Oyunlarımızı sergilediğimiz yer ve çalışmalarımızı yaptığımız yer aynı yapının içindeydi. Beş katlı tarihi bir binaydı ve burada bulunan her oyuncu her eğitmen böyle tarihi bir binada oyunlarını sergilemeyi hak edecek kadar iyiydi. Girişte bulunan sahne koridorunu es geçerek merdivenlerin olduğu tarafa yöneldim. Giyinme, dinlenme ve prova odaları üst katlarda kalıyordu. Geç kaldığımı düşünüp merdivenleri ikişer üçer çıktım. Prova odasının kapısını açtığımda aslında tahmin ettiğim kadar geç kalmadığımı gördüm. Benden başka kimse gelmemişti ki! Bir enayi bendim galiba. Uykumu, kahvaltımı ardımda bırakıp koşarak işime gelmiştim. Sanırım bu enayilik değil de işimi ne kadar sevdiğimin göstergesi falandı.

Ne kadar seviyor olsam da birileri zamanında burada değildi. Belki de yukarı da üstlerini filan değiştiriyorlardı? Bir üst kata çıktığımda buradaki odalarında boş olduğunu gördüm. Diğer katlara çıkmama gerek yoktu. Çünkü sadece bu kısma kadar odaları kullanıyorduk ve bize yetiyordu. Biraz sinirlenmiştim. Geldikleri zaman hepsine çemkirecektim.

TEATROWhere stories live. Discover now