Ben savaşı çoktan bırakmıştım ama vücudum son ana kadar direniyordu. Artık bana Azrail dışında hiç kimse bir şey yapamazdı. Daha fazla tükenemem diye düşünüyordum. Belki de haklıydım. Ali amcanın komaya girmesi sebebi ile oğullarından biri şehre gelmişti. Onu ilk kez görmüştüm. Odamda kimse yokken sessizce girmişti.
Bana bakarak: "Demek bizimkilerin bahsettiği o kız sensin. Annem sana çok düşkün, senin için çok şeyler yaptı." Dedi üzgün bir ses tonuyla.
Galiba eve eşya getirme işlerini ve hemşirelere para verme işini artık o yapıyordu. Çünkü Fatma teyzeyi sık sık göremez olmuştum. Artık sadece gözlerimi hareket ettirebiliyordum. Altımı bile hemşireler temizliyordu.
Bir gece ay odama vururken yine hayallere daldım. Ailemi, eski hayatımı, o günlerimi çok özlemiştim. Özlemle derin bir nefes alırken kapının açılma sesini duydum. Hemşire beni kontrol etmeye gelmiş olmalı diye düşündüm. Gözlerimle bana doğru gelen kişiyi inceledim. Evet oydu. Ali amcanın oğlunun burada ne işi vardı? Yüzünde garip bir hal vardı. Çok vahşi bakıyordu. Yatağıma yanaştı ve bacaklarımı araladı. O an başıma gelecekleri anladım. Bağırmak istedim, olmadı. Sadece gözlerimden yaşlar süzülüyordu. O kadar acı çektim ki birkaç defa zayıf vücudum kendini bıraktı. Bayıldım ama o acı yine uyanmama sebep oluyordu. Bir deri bir kemik kalmış hasta ve bitmiş bir insan için bu bir ölümdü. Bu işkence sabaha kadar devam etti. Onun o pis, yosunumsu çürük balık kokusu, midemi bulandırıyordu. Bir ara yine bayıldım. Uyandığımda gitmişti. Cinsel organım kasılıyordu. Altıma yapmıştım. Canım çok acıyordu. Artık ölmem gerekiyordu. Son gücümü ölümüm için kullanmalıydım. Bir insan için bu kadarı fazlaydı. Ölmem için nefesimi tutmam gerekliydi. Zaten oksijen maskesi takılıydı gün boyu. Haftada bir balkonda hava almaya çıkarılırdım. O zaman maske olmazdı. İşte o gün yine geldiğinde fırsatını bulduğum an nefesimi tutacak ve bu işkenceden kurtulacaktım. Tekrar vücudum bana engel olup hava almak isteyecekti ama bu yeterli olmayacaktı. Bunu birkaç kez denersem ölebilirdim. Hemşirem sabah altımı değişmeye geldi.

Hiçbir şey anlamadı. Bana acıyan gözlerle baktı. Onun için tecavüze uğramam sabaha kadar ağlamam neyi değiştirirdi ki? Belki de göz yummuştu yada o sapık ona para vermiş, işini halletmişti.
Ölmeyi hiç arzuladınız mı? Benim kadar arzulamış olamazsınız. Gece oldu ve yine o gelecek diye çok korkuyordum. Kapı aralandı. Korku ile gözlerim kapıya döndü. Gelen o olamazdı. Çok daha ufaktı. Hemşire de değildi. Garip bir şekilde yürüyordu.
Yaklaştı bana doğru. "Azrail mi?" Diye düşündüm.
Yanıma yanaştı siyah çaputlar giyinmiş, sırtında deve gibi kamburu olan şeyin elinde bir baston vardı. Tam önümde duruyordu ama yüzü görünmüyordu. Seyrek ve karışık saçları yüzünü kapatıyor gibiydi. Yüzünü görmek istedim ama başaramadım. Sanki yüzünün olduğu yerde koca bir hiçlik vardı. Ya da derin uçsuz bir kuyu.
"Evet! Evet! Bu gelen Azrail olmalıydı." Elini anlıma koydu, parmakları uzun ve soğuktu. Diğer eli ile ağzımı araladı.

Ölüm geliyor olmalıydı. Heyecanlı ve sevinçli olmam gerekirken çok korktuğumu hissettim.
"Can ne kadar hayata aşık, ruh ne kadar da bedene düşkün." Dedim içimden.
Ağzımı açıp parmaklarını soktu, boğazımda parmaklarını hissettim. Hastalıktan kaynaklanan bir halüsinasyon olamazdı. En az geçen geceki kadar gerçekti. Bir şeyi çekip aldı boğazımdan. Ruhum zannettim başta ama hala nefes alıyordum ve daha canlı hissediyordum. Çektiği şey neydi bilmiyorum ama kıl veya ip gibi uzun ince bir şeydi. Hemen kusmaya başladım. Ansızın yerimden doğrulmuştum ve çığlık atmaya başladım. Hemşire ışığı açıp bana baktı.
"O nereye gitti?" Dedim bağırarak.
Hemşire çok şaşkın görünüyordu çünkü artık konuşabiliyordum. İki ayda kendimi toparlayıp yürümeye başladım. Bana bir şans verilmişti. Çok acılar çekmiştim ama artık savaşma zamanım bitmişti. Hayat tiyatromun ikinci perdesi başlıyordu. Tıpkı okuduğum romanlardaki karakterler gibi hayata tutunacaktım. Bir sene sonra yirmi kilo alıp yarıda bıraktığım liseyi açıktan okumaya başladım. Babam okumamı çok isterdi. Artık onlar için yaşamalıydım. Boş zamanlarımda kanser merkezinde gönüllü olarak çalışmaya başladım. Her geçen gün hayatı, ruhuma ve bedenime daha fazla işlemeye başladım. İyileşmemin ikinci senesi liseyi bitirip üniversiteye başladım. Zonguldak Karaelmas Üniversitesinde Türkçe öğretmenliğini kazandım. Hırsım ve azmim sayesinde yaşıtlarımla aramdaki çoğu farkı kapatmıştım. Hayatımın o kısımları çok hızlı geçti. Yaşadığım hiçbir şeyi unutmamıştım ama onlarla yaşamayı öğrenmiştim ve artık hayatımdaki tüm kötülüklerin o boğazımdan çekilen şeyle birlikte gittiğini düşünüyordum. Azrail sandığım bir peri hayatımı değiştirmişti. Çirkin ve kambur bir peri...
Ona büyük bir minnettarlık duyuyordum. Ne olduğunu bilmiyordum ama beni bir şekilde hayata geri döndürmüştü. O benim kambur perimdi. İnsanlarla pek diyaloğum olmuyordu. Uzun süre yaşadığım travma, hastalık ve tecavüz sosyal ilişkiler geliştirmeme engel oluyordu. Küçük ama şirin bir apart tutup, orada tek yaşamaya başladım. Okul ev arasında sakin bir hayat kurdum. Fazla insan olmadan kendi yağımda kavruluyordum.

Korkuyu Fısıldayan Hikayeler(KİTAP OLDU!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin