Sırlı Hikâye 3

50.6K 3.4K 1.1K
                                    

Enik tepesini duyunca, dedemin konuya yavaşça bir girdiğini fark etmem uzun sürmedi.

Dedem anlatmaya devam etti.

"On dakika içinde kiliseye ulaştım. Sadece tepesi bir adam genişliği kadar yıkılmış görünüyordu. Ama kubbe olduğu için suyun içeri girmesine izin vermiyordu. Fırtına tam şiddetlenmişken hayvanları içeri almayı başarmıştım. İçeri çok sevimsiz görünüyordu. İçimde az da olsa ürpertiler baş göstermeye başlamıştı. Köpeklere ne yaparsam yapayım, içeride durmalarını sağlayamadım. Hatta zorla sokmaya çalıştım ama köpekler bana hırlamaya başladı. Çok şaşırdım oysaki hiç böyle yapmazlardı. İyi madem çok istiyorsanız fırtınada uyuyun anlına muz kabuğu koyduğumun köpekleri."

Biz yine gülmeye başladık. Dedemin argo sözleri, babamın yanaklarını kızartıyordu. Acaba ileride babam benim çocuklarımın yanında argo konuşsa ben nasıl olurdum. Neyse konu dağılmasın. Dedem devam etti.

"Dışarıda taş bir sulak vardı. Üstü kapalıydı. Hemen dibi ise eski bir çeşmeydi. Köpekleri bu suluğa bağladım ve içeri temkinli hareketler ile sağa sola bakarak girdim.
Yer dardı ama yinede bana ateş yakacak bir alan vardı. İçimi istemeyerek de olsa bir korku sardı. Çünkü buralarla ilgili çok hikâyeler anlatılıyordu. Küçüklüğümden beri bu hikâyeleri duyardım. Gece buradan gelen ürkütücü sesler, kaybolan insanlar, tuhaf görünümlü yaratıklar... Köylüler pek buralara uğramazlar bu garip hikâyeler yüzünden. Ben ise deli çavuşum burada kalırım. İşin şakası bir yana cesaret falan kalmadı. Hayvanlar zaten huzursuz, köpeklerin hareketleri beni yeterince ürpertti ama ben okumuş adamdım böyle masallara inanmamalıydım. Ama gel gör ki ensemdeki tüyler sürekli dimdikti. Ateş yakınca biraz da olsa cesaret geldi. Ateş sanki beni koruyordu. Hava tam kararmıştı. Çantamda her zaman en az bir adet kitap taşırdım. Kitabımı çantamdan usulca çıkardım ve okumaya koyuldum. Sonra azığımdaki yiyecekleri çıkardım. Bir parça da kızarmış et vardı. Eti ısıtmak için ateşin üzerine koydum. Karnımı güzelce doyurur, sonrasında güzel bir çay demleyip afiyetle içer, güzel bir uyku çekip sabah erkenden köye inerdim. Planımı, mutlu bir halde yaptım. Güzelce dualarımı okudum ve çantamı başımın altına koyup gözlerimi kapadım. Evlenip çoluk çocuğa karışacağım günü ve mutlu bir yaşam sürmeyi hayal ettim. Tabi çocuk pek aklımda yok, evleneceğim bayan daha önemli. "dedi ve gülmeye başladı.

Babam hariç herkes kahkaha attı. Bende güldüm ama babamla göz göze gelince gülmeyi kesmem gerektiğini anladım. Sonuçta grubun en ufağı yinede bendim. Gülmeler bitti. Ve dedem devam etti kaldığı yerden anlatmaya.

"Bir an köpekler havlamaya başladı. Ama nasıl ahi zar ediyorlar. Belki hayvanlar için kurt gelmiştir dedim. Ufak bir delikten dışarıya baktım. Fırtına göz gözü görmüyordu. Tavandan az da olsa biraz su sızıntısı geliyordu ama rüzgâr olduğu için içeri çok girmiyordu. Köpeklerin havlama sesi kesildi. Kulağıma bir an zincir sesleri geldi ama sonradan ses kesildi. Daha yükseğe çıkıp büyük pencereden bakmalıydım. Tahta ile kapatılmış pencereden dışarı baktım. Az da olsa dışarı gözüküyordu. Eski çeşmeye baktım köpekler yerinde yoktu. Zincirler ortadan kopmuştu. 'Bismillah' dedim kapının önüne ne bulduysam yığdım. Kurt mu boğdu? Ayımı saldırdı? Yoksa insan mı yaptı? Anlayamadım. Kurt boğsa seslerini duyardım hem de bu kadar kısa sürmezdi. Ayı, üç kangalı neden ve nasıl boğsun? Olsa olsa kötü niyetle insanlardır diye düşündüm. Korkusuzluğumu kaybetmek üzereydim. Hiç kıpırdamadan etrafı dinlemeye başladım. Hiç ses yoktu. Aradan bir saat geçti. Gaz lambası da düşüp kırılınca sadece bir ateşim kalmıştı. O da pek aydınlatmıyordu etrafı. Hava da malum kapalı. Ay doğmuş olsaydı, az da olsa ışık olurdu. Etraf zifiri karanlık... Bir anda güm diye bir ses geldi. Yerimden hopladım. Hayvanlar tepinmeye başladı."

Dedemin hikâyesi oldukça heyecanlı ve bir o kadar da korkutucu olmaya başlamıştı.
Yutkunarak anlatmaya devam etti.

"Sonra bir güm sesi daha geldi kulağıma. Bu defa tam tavandan geldi ve sonra tavandaki delikten içeri bir gölge tam ateşin diğer ucuna indi. Yüreğim aynı bir insanın elinde çırpınan serçenin yüreği gibi atıyordu. Kıpırdamak istedim yapamadım. Kapının önüne bir sürü şey yığmıştım, yolum kapalıydı, artık kaçamazdım. Bu tavandan inen şeyde neydi öyle? Bir göz yanılması mıydı? Ama yok hareket etti. Karşımda silueti belli oluyordu."

Herkesin hayretler içinde kaldığını gördüm. Hikâye gittikçe ilginç bir hal almaya başladı. Ağzımız açık dinliyorduk. Bu hikâye bizim anlattığımız diğer hikâyeler gibi değildi; birebir yaşayan biri anlatıyordu. Herkesin kafasında tek soru işareti vardı, içeri giren neydi? Dedemin ses şiddeti biraz azaldı olayı anlatırken; anıları canlanmış olmalıydı tüm bedeni ile o günü hissediyordu. Dedem devam etmeye başladı.

"Çok karanlıktı, ateşin önünde ayakta duruyordu sarıgözleri dışında eli kolu pek belki olmuyordu. Sarıgözleri bir insanınkinden çok daha büyüktü. Zaten hangi insan üç metrelik kubbeden yere yay gibi iner ki? Gözlerinin hizasından anladığım kadarıyla boyu iki ya da iki buçuk metre vardı belki de daha uzundu. Biraz beni incelediğini seziyordum oda beni tam görüyor olmalı diye aklımdan geçirdim. Ama bakışları çok netti. Oturduğunu anladım. Tam karşımda oturuyordu. Ben donuk bir haldeyken kafasının döndüğünü gördüm. Dönüp hayvanları süzdü. Sonra ateşte ısınan ete baktı elini ete uzatıp bir parça aldı. Ben hala insan olmasını umuyordum. Dağlarda yaşayan dev bir insan ama elini ete uzatırken kolu ve başı biraz belli oldu. Tamamen kılla kaplıydı. Kafası bir ayıyı anımsatıyordu ama insana da benziyordu. Kalkıp savaşamazdım ne olduğunu bilmediğim bu canavarla. Çok iri yapılıydı üç erkek kangalı saniyeler içerisinde ortadan kaldırmıştı. Eti ısırıp yediğini gördüm ama gözü hala bendeydi. Arada homurdanıyordu. Kedi mırıldamasına benzer sesler çıkarıyordu. Bir şeyler yapmalıydım çünkü tam karşımdan kalkıp biraz daha bana yanaştı ve oturdu. Yaklaştıkça vücudu biraz daha belli oldu. Kocaman vücudu tamamen kılla kaplı üryan bir canavar. İçimden bir ses iyi niyetli olmadığını söylüyordu. Fenalık yapacak bakışları vardı. Gözleri biraz küçük olsa o bakışların yaramaz altı yedi yaşlarında bir çocuğa ait olduğunu söyleyebilirdim."

Dedem anlattıkça korkum giderek artıyordu. Dedemin yerinde olmak asla istemezdim. Herkesin korktuğunu hissedebiliyordum. Dedem bir yudum su içerek devam etti anlatmaya.

"Hayvanlar öyle tepiniyordu ki tekrar sinirli bir şeklinde hayvanlara dönerek kurt ulamasından kalın ve kısa bir ulamayla bağırdı. Hayvanlar hemen sustu çıt bile çıkarmadılar. Ben bile ilk kez duyduğum bu ürkünç ses karşısında tüm umudumu kaybettim. Teslim olmaya hazırdım. Biraz daha beni süzdü bir şeyler ima eder gibiydi ama anlayamadım onu. Sonra dişlerini gösterdi bana. Ve yüzüme bakarak hırladı. Dişleri Köpek balığı dişleri gibi keskin görünüyordu, kocamandı."

Korkuyu Fısıldayan Hikayeler(KİTAP OLDU!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin