Bölüm 32 / Diyalog

20.6K 1K 52
                                    

Gerilen yay Gabe'in gözlerinin fal taşı gibi açılmasına sebep olurken yapabileceği bir şey yoktu. Turuncu kafa, Gabe'in alnını nişan almıştı. Zehirli okunu fırlatmak üzereyken kolları arkadan sıkıca tutuldu ve güzelim eşyaları yere düştü.

Genç kız öfkeyle çırpınmaya başladı. Onu tutan iri kolların sahibini göremiyordu.

"Sen çıldırdın mı!" diye tıslayan sesi anında tanıdı. Colin MacPherson!

"Aaa Colin!" dedi kız başını çevirmeye çalışırken. "Sen burada ne yapıyorsun?"

"Az kalsın kardeşimi öldürüyordun seni manyak kadın!"

Kızı bir köşeye adeta savurarak bıraktığında hızla yerdeki ok ve yayı aldı. "Bunlarda ne  Tanrı aşkına! Katliam yapmayı mı planlıyorsun?"

Kız sırıttı ve güzel saçlarını savurdu. "Avlanıyordum."

"Siz nereden tanışıyorsunuz?" Huysuz homurtuyla aralarına giren Gabe öfkeliydi.

"Alex," dedi Colin, kafasıyla kızı işaret ederek. "Onun adı Alex."

"Alex," dedi Gabe kaşlarını kaldırarak. "Peki kimsin sen Alex?"

"Ben II. David'in kızıyım."

Ağzı bir karış açılan Gabe öfkeyle ağabeyine döndü. "Yalan söylüyor."

Colin başını iki yana salladı ve kızın malzemelerini tekrar yere bıraktı. "Hayır yalan söylemiyor. Karşındaki kız İskoçya-"

"Prensesi," diyerek tamamladı Alex. Ardından gözlerini kıstı. "Beni tanımaman hayret verici."

Diğer tüm İskoç erkekleri gibi nezaketten nasibini alamamış olan Gabe öfkeyle kızın üzerine yürüdü. "Seni küçük-"

Colin boğazını temizledi. "O hâlâ bir prenses."

"O zaman burada ne işi var?" dedi kısılı gözlerini Alex'ten ayırmadan. Kız sırıttı ve erkeksi bir şekilde Gabe'in omzuna vurdu.

"Bilirsin. Biraz kan dökmek ve-"

"Ah lanet olsun," Gabe başını iki yana sallayarak birkaç adım geri gitti. "Bu nasıl prenses? Lanet olsun Colin şuna bir bak! Şatosunda oturup çay içiyor olmalıydı!"

"Ama buradayım ve sizinleyim." Alex iç çekerek yerdeki eşyalarına yürüdü. "Neyse. Seni az kalsın öldüreceğim için üzgünüm."

"Hayır değilsin."

"Haklısın, değilim."

Colin Gabe'e yaklaşarak kardeşinin suratını kontrol etti. "Sağlam görünüyorsun."

"Ona vurmadım!" diye seslenen Alex saçlarını topladı ve sırıttı. "Ama bu ne zamana kadar sürer emin değilim."

Genç kız yavaşça ormanın derinliklerinde kaybolurken Gabe kaşlarını çattı. Bu kızın aklında bir problem olmalıydı.

 "Güzel, öyle değil mi?" dedi Colin kardeşinin omzuna vurarak.

Gabe başını salladı ve ensesini kaşıdı. "Tuhaf."

"Dinlenmek hataydı," diye mırıldandı Colin. "Gidip herkesi uyandır. Yola devam edeceğiz."

Gabe bu durumdan rahatsız olsa da sesini çıkarmadı ve kampa yürümeye başladı. Ne de olsa Colin onu dinlemeyecekti.

Açıklık alana geri döndüğünde Kenneth'ı uyurken buldu. Ağabeyini ayağıyla dürterken bir yandan da yeni kız Alex'i düşünüyordu. Kenneth'ın acı dolu inlemesiyle gözlerini kırpıştırdı. Kenneth, bacağını tutuyordu ve gözleri öfkeliydi.

"Tanrı aşkına amacın bacağımı kırmak mı?"

Gabe dudaklarını büzdü ve kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. "Başka türlü uyanmıyorsun."

İkisinin atışmalarına uyanan askerler homurdanmaya başladığı sırada Colin göründü.

"Toparlanın," dedi otoriter bir tavırla. "Yola devam ediyoruz."

"Daha geleli bir saat bile olmadı!" diye haykırdı Kenneth. "Colin kendine gel artık."

Genç adam öfkeyle tısladı ve işaret parmağını kardeşine doğrulttu. "Isabel'i bulana kadar durmayacağım."

"Sevinsene sert çocuk," dedi Gabe Kenneth'a sırıtarak. "Belki seninkini de görürüz."

Elizabeth'i ima ettiğini anlayan Kenneth gözle görülür biçimde değişti. Sanki bir an önce İngiltere'ye ulaşmak istiyormuş gibi görünüyordu.

"Neyi bekliyoruz?" dedi sertçe yerinden kalkarken. "Gidiyoruz."

Ertesi Gün

Isabel görkemli şatoya baktı. Akşam üzerinin ışıltısı İngiltere'yi zar zor aydınlatıyordu. Karşısındaki şato simsiyahtı. Maximillan içindeki kötülüğü dekorasyonda da kullanmıştı belli ki.

"Ölüme hoş geldin," dedi Joshua sırıtarak.

Isabel başını dikleştirdi. "Babacığın zevksizliğini hâlâ koruyor, Finn."

İki arkadaş gülerken Isabel yüzünü buruşturdu. 

"Zevksiz olduğunu bende biliyorum," dedi adam (!) gülerek. "Senin gibi birini kendine gelin bellemiş olması da bunun kanıtı."

Joshua güçlü bir kahkaha atarken Isabel sırıtmaya başladı.

"Gururum okşandı," dedi kadın. Finn aniden ciddileşerek kadının kolunu tuttu ve sıktı. 

"Bir saate orada oluruz."

"Yani son bir saatin kaldı," dedi Joshua sırıtarak. "Sonra," sağ elinin işaret parmağıyla boğazını kesiyormuş gibi yaptı. "Öleceksin."

"Bugün değil, yarın." Finn kadını bırakarak yerdeki çantasını aldı. "Hemde bütün İngiltere'nin gözünün önünde."

"Ah bunu sevdim."

 "Beni öldürdüğünüzde," dedi Isabel alaycı bir tavırla. "Elinize ne geçecek?"

"Şahsen ben mutlu olacağım," dedi Joshua sırıtarak.

Finn cevap vermeden Isabel'i ittirdi. "Oyalanmayın. Bir an önce evime gitmek istiyorum."

"Aman ne ev."

"Doğru. Bende küçük Lizzy'mi özledim."

Joshua'nın sözlerine Isabel homurdanarak cevap verdi.

"Onun seni özlediğini sanmıyorum."

"Oraya vardığımda bunun bir önemi olmayacak."

Yorumlarınızı esirgemeyin lütfennn :D 

SınırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin