Bölüm 1 / Yakında

56.8K 1.6K 125
                                    

İskoçya-İngiltere Sınırı, 1330

“Barret’tan uzak dur,” Colin MacPherson, genç kızı sertçe ağaca yasladı. “Bu son uyarım, Isabel. Yoksa kötü şeyler olur.”

Isabel Schellden sinirle kendisinin üç katı büyüklüğündeki adama baktı. “Bana emir veremezsin, İskoçyalı. Ben senin ne uşağınım, ne de askerin.”

Genç adamın gözleri dudaklarına kayınca Isabel’in nefes alışverişi hızlandı. “Askerim olamayacak kadar narinsin,” dedi boğuk bir sesle. “Ve uşağım olamayacak kadar asi.”

Genç kızın bakır rengi saçlarının bir tutamını parmağına doladı. “Ama yatağımı ısıtabilecek kadar güzelsin.”

Isabel sonunda pes ederek gözlerini kapattı. “Yapma bunu,” diye fısıldadı. Sesi, cehenneme dönmüş hayatının bir kanıtı olarak titredi. “Dayanamam. Lütfen yapma.”

Colin saç tutamına bir öpücük kondurup bıraktı ve genç kızın güzel, masum yüzüne baktı. “Herşeyi mahvettim, değil mi?” diye fısıldadı acıyla. Dirseğini, Isabel’in kafasının üstüne dayayarak öne eğildi. Sıcacık nefesi genç kızın burnuna doluyor, Colin’in erkeksi kokusuyla birleşerek başının dönmesine sebep oluyordu.

Colin boştaki elini yumruk yaptı. “Sana kendimi affettireceğim sevgilim. Sana söz veriyorum, yakında kollarımda olacaksın,” geri çekildi ve arkasını dönüp gitmeden önce son bir söz söyledi.

“Çok yakında.”

                                                                        ***

1327

Elinde böğürtlen ve çilekle dolu bir sepet vardı. Heyecandan yanakları kıpkırmızıydı. Bakır renkli saçları beline dökülüyordu. Mavi gözleri parıldıyordu ve tatlı, öpülesi pembe dudaklarında bir tebessüm vardı.

Aslında sabahtan beri böyleydi genç kız. Sevdiği yegane erkekten evlenme teklifi almıştı.

Colin MacPherson’dan…

Sadece onu düşünmek bile Isabel’in yanaklarının kızarmasına ve kalp atışlarının hızlanmasına yol açıyordu. Ne zaman aklına Colin’in karışık açık kahverengi saçlarının çevrelediği kahverengi gözlü yüzü gelse yerinde duramıyor, oradan oraya zıplayıp şarkı söylemek istiyordu.

Kendisi 19 yaşında, toy bir genç kızdı. İngiltere-İskoçya sınırında, İngiltere tarafında yaşıyordu. Babası Arthur Schellden, Bekkering Lorduydu. Bej rengi büyük bir şatoda beraber yaşıyorlardı. Babası, kralın sadık hizmetkârlarından, emektar bir askerdi. Şimdi ise yaşının verdiği tecrübe ve olgunlukla, en uygun şekilde insanlarını refah içinde tutmaya çalışıyordu. Tabii içindeki o kötü ve sinsi yanını kimse bilmezdi. Isabel bile.

Annesi Madeline Schellden, Isabel’İ doğurduktan çok kısa bir süre sonra İskoçyalılar tarafından öldürülmüş, cesedi o zorba barbarlar tarafından yakılmıştı. Ama biliyordu genç kız. Annesini öldüren İskoç’un Colin veya onun klanından biri olmadığını biliyordu. Bütün kanıtlar Colin’in ailesini işaret ediyordu ama Isabel bütün suçlamaları kesinlikle reddediyordu.

Bunun dışında kardeşi, ağabeyi veya ablası yoktu. Tek çocuktu. Küçükken şatonun bahçesinde kendi kendine oyunlar oynar, bazen gizlice ormana veya dereye kaçardı. Hiç arkadaşı yoktu. Halktan hiç kimse çocuğunun Isabel’le oynamasına izin vermez, küçük kıza kötü bakışlar fırlatırlardı. Isabel ise sorunu hep kendinde aramış, en sonunda yalnızlığa alışmıştı.

   Bir gün ormanda kendi kendine dolaşırken Colin’le karşılaşmışlardı. Isabel ayağıyla tekmelediği taşı yanlışlıkla Colin’e fırlatmış, genç adamsa sadece gülerek ona nereli olduğunu sormuştu. O günden sonra genç kız her gün oraya gitmiş, Colin’le iyice yakınlaşmışlardı. O sıralar on üç yaşındaydı. Hiç arkadaşı yoktu ve Colin iyi biriydi.

Aradan yıllar geçmiş, genç kızın duyguları farklı bir şeye dönüşmüştü. Aşk gibi bir şeye…

   On altı yaşında Colin ona ilk öpücüğünü vermiş ve şimdi, on dokuz yaşında da evlenme teklif etmişti. Kısacası bu hayatının en güzel günüydü.

Colin ise İskoçya’da yaşıyordu. Babası MacPherson beyiydi ve kendinden küçük bir kız iki erkek kardeşi vardı. Onun da annesi yıllar önce öldürülmüştü. Tek ortak yönleri bu olmasına rağmen çok iyi anlaşıyorlardı.

İki toprak birbirlerine düşman olsa da genç adamın pek umrunda olmuyordu.

   Yüzünde bir tebessümle iri ve olgun böğürtlenlerin olduğu çalılığa eğildi. Ve olanlar oldu.

İlk önce tuhaf sesler duydu. Sesler, Colin’le öpüşmelerinde çıkardığı sesler gibiydi. Zevk aldığını belirten sesler. Yanakları hızla kızardı ve sesin geldiği yöne döndü.

İki çıplak beden…

Ve kadının göğüslerinden kafasını kaldırıp gülümseyen tanıdık bir yüz…

Isabel’in yüzü bembeyaz olurken çilek dolu sepeti elinden düştü ama genç kız bunu farketmedi. Göğsü sıkışıyordu. Parçalanan kalbinin kırıkları bütün sinir hücrelerine yayılıyor, diken gibi batarak canını yakıyordu. Yaşadığı yoğun duygular yüzünden nefes alması zorlaşıyordu. Oysa sadece birkaç saat önce…

Titreyen dudaklarından bir fısıltı yükseldi. “Colin!”

Oysa bu sessiz bir haykırıştan farksızdı.

Colin…

Yorumlarınızı bekliyorummm :D

SınırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin