Bölüm 19 / Çifte Düğün

24.9K 1.2K 111
                                    

Isabel duyduğu katıksız acıyla öleceğini düşünürken Colin’in ağırlığının yok olduğunu hissetti. Bacaklarının arası o kadar çok acıyordu ki genç kadın bir daha yürüyemeyeceğini düşünüyordu.

Devasa yatakta cenin pozisyonu alarak ağlamasına devam etti. Hıçkırıklarını dindiremiyordu. Tıpkı duyduğu acı gibi…

 Erkeğin omzuna dokunduğunu hissettiğinde irkildi. “Dokunma bana!”

Colin onu umursamadan omuzlarından tuttu. “Affet,” diye fısıldadı kulağına, boğuk bir sesle. “Ne olur affet.”

Genç kadın yıllar önce kendisine verdiği sözü tutamamıştı. Bir daha asla Colin için ağlamayacaktı ancak şu an ağlıyordu! Hem de öyle şiddetli ağlıyordu ki Colin endişeleniyordu. Sevdiği kadını daha önce hiç böyle görmemişti.

Tabii görmezsin, dedi iç sesi. Çünkü ilk defa tecavüze uğradı.

Bu gerçek yüzüne çarptığı an kendinden nefret etti. Nasıl bu kadar gözü dönebilmişti? Isabel’in kardeşiyle yattığını nasıl düşünebilmişti? Daha da önemlisi Isabel onu affedecek miydi?

Kendine duyduğu nefretle midesi kasıldı. Boğazındaki yumru gitmiyordu. Tanrı şahit ki hayatında daha önce hiç böyle hissetmemişti.

“Isabel,” diye fısıldadı. “Bana dön sevgilim.”

Isabel hissettiği utanç-nefret-acı üçlemesinden sıyrılamıyordu. Yüzünü yastığa gömdü. Yok olmak istiyordu. Bu lanet dünya ondan ilk önce annesini, sonra da bekâretini almıştı. Isabel kesinlikle şanssız bir kızdı.

Ah, doğru ya. O artık bir kadındı. Şanssız bir kadın.

Colin’in onu sarmaladığını hissetti. Ona dokunmamasını söylemek istiyordu ama yapamıyordu. Şu an tek istediği güvenli kollar arasında ağlamaktı. Güçlü bir kadındı. Kolay kolay ağlamazdı. Ancak yaşadığı şeyler o kadar ani gelmişti ki. Küçücük bir çocukken annesi öldürülmüştü. Isabel ağlamamıştı. Atı Mari öldüğünde de ağlamamıştı. Gençliğinin baharında aldatılmış, sonra da babası tarafından bir eşya gibi hediye edilmişti. Hiçbirinde ağlamamıştı. Ancak şimdi…

Colin’in sıcak vücudunu ve teklifi reddederek ondan uzaklaştı. “Y-y-yalnız ka-kalabilir miyim?”

Ağlamaktan konuşamıyordu bile. Soğukkanlılığı ve sertliğiyle bilinen Isabel Schellden ne hallere düşmüştü! Kendine acıyordu doğrusu.

Colin yataktan kalktı ve hızla üzerini giydi. Isabel’in biraz sakinleşmesi ve kendine gelmesi gerekiyordu. Gerçi aynı şeye kendinin de ihtiyacı vardı. Derin bir nefes aldı ve son kez kadına baktıktan sonra gitti.

Düşünceleri odasında ağlayan kadındaydı. Rahatlamak adına küçük gölün bulunduğu yere gitti. Amacı biraz yalnız kalıp kendine gelmekti ancak kardeşini orada görünce nefes alamadığını hissetti. Kenneth’a ne zaman baksa Isabel’e yaptıklarının aklına geleceğinden emindi.

Buna hazır olmadığını düşünerek arkasını döndü ancak Kenneth onu çoktan görmüştü.

“Ağabey!”

Colin yutkundu ve derin bir nefes alarak Kenneth’a döndü. “Ne?”

Kenneth ellerini arkasında birleştirip başını eğdi. “Ben dün gece İngiliz kızını odama götürdüm. Sarhoştu ve burada kalması kötü olurdu.”

Sus, diye inledi Colin içinden. Lütfen sus.

Ama Kenneth devam etti. “Yani Isabel’i benim odamda bulursan kızma. Daha uyanmamıştır.”

Sus Kenneth!

“Kendi odasına götürmedim çünkü hizmetçiler onu o hâlde görmemeliydi.”

“Kapa çeneni!”

Colin sonunda dayanamayarak bağırmıştı. Karşılığında aldığı şey Kenneth’ın çatılan kaşları ve homurtusuydu.

“Sırf seviyorsun diye bir İngiliz’e iyilik yapıyorum ama aldığım karşılığa bak!”

Colin elleriyle yüzünü sıvazladı. “Isabel odanda kaldıysa sen neredeydin?”

Kenneth omuz silkti ve kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. “Bir misafir odasında kaldım.”

Lanet olsun. Kenneth sırf Isabel başına bela açmasın diye onu kendi odasına götürmüştü. Üstelik onunla aynı odada kalmamak için rahatsız misafir odalarından birine konaklamıştı. Colin kendinden bin kat daha nefret etti.

“Söyler misin neden böylesin? Kötü bir şey mi oldu?”

Erkek karşılık olarak inledi ve göl kıyısına giderek dizlerinin üzerine çöktü. “Bittim ben.”

Kenneth ağabeyini ilk defa böyle görüyordu. Perişan, mahvolmuş, dağılmış… İster istemez endişelendi.

“Ne oldu?” dedi ağabeyinin yanına oturarak.

Colin başını iki yana salladı ve buz gibi suyu yüzüne çarptı. “Her şeyi mahvettim.”

“Orasını anladık,” Kenneth gözlerini kıstı. “Ona bir şey mi yaptın?”

Erkek, cevap vermedi. Sırtüstü uzandı ve botlarıyla beraber ayaklarını buz gibi suya soktu.

Kenneth’da onu zorlamadı. Aynı ağabeyi gibi uzandı ve ayaklarını suya soktu.

Colin aklını bir an olsun Isabel’den uzaklaştırabilmek adına konuyu değiştirdi. “Elizabeth’in İngiltere’ye dönmesi gerek.”

Kenneth bu cümleyle huzursuzlandı. “Evet.”

“Onu sen götür.”

“Ne?”

Colin gözlerini kapattı. “Başkasına güvenemem. Sadece sınıra kadar götürüp geleceksin.”

Kenneth kaşlarını çattı. “Ben yapamam.”

“İyi o zaman. Eminim başkası bu güzel kızı götürmek için gönüllü olur.”

Kenneth’ın ilk aklına gelen Steve’di. Elizabeth’le onca gün yalnız başına ıssız topraklarda olacaktı. Lanet olsun buna izin veremezdi. Elizabeth’ten hoşlanmıyordu elbette. Yalnızca küçük bir çocuğun Steve gibi sapık ruhlu biriyle seyahat etmesini istemiyordu.

“Tamam,” dedi bezgince. “Ben götürürüm.”

Colin şaşkınca ona döndü. “Onu seviyorsun!”

Kenneth yüzünü buruşturdu. “Steve’i mi?”

“Hayır aptal!” Ağabeyi omzuna vurdu. “Sen Elizabeth’i seviyorsun!”

Kenneth kaşlarını çattı. “Bak. Ben kimseyi sevemem. Buna küçük Liz’de dâhil.”

“Kısaltmalar ha?” Colin gözlerini kıstı. “O da senin adını kısaltıyor mu?”

Kenneth bakışlarını kaçırınca Colin doğruldu. “Hayırlı olsun kardeşim. Çifte düğün yaparız artık.”

“Ben ona âşık falan değilim!”

Colin omuz silkti. “Tipik âşık sözleri bunlar.”

Genç oğlan yerinden kalktı ve üzerini silkeledi. “Ben gidiyorum.”

“Nereye?”

“Kahretsin.” Büyük bir taşı tekmeledi. “Elizabeth’e adımı kısaltmamasını söyleyeceğim. Ben âşık olmak istemiyorum!”

“Çok geç.”

Yorumlarınızı bekliyorummm :D 

SınırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin