Bölüm 2 / Götür Onu

36K 1.7K 83
                                    

1330

Isabel gözlerini kısarak dağın tepesine baktı. Hava ruh halini yansıtırcasına kasvetli ve bulutluydu.

   Çünkü Colin, yüzlerce savaşçıyla birlikte o tepedeydi. Ve Isabel ne için geldiklerini biliyordu.

Colin ve adamları İngiltere sınırına yakın komşu kent Woodalens’a saldırmıştı. Woodalens lordu, babasının çok yakın bir arkadaşı olan Patrick Barrett’tı. Ve Arthur Schellden, sinirliden çok korku dolu ve endişeliydi. Çünkü Colin ve adamları ne zaman isyan veya savaş için İngiltere’ye geçse, dönerken Bekkering’de konaklar ve yağmalardı. Arthur ve halkı artık sıkılmıştı ve bunu önlemenin vakti çoktan gelmişti.

Colin ‘in önderliğinde üç yüz kadar asker tepeden aşağı atlarını son hız sürdüler. En sonunda kalenin surlarının dışında atlarını durdurdular ve her biri aynı anda kılıçlarını çıkardılar.

Isabel babası ve birkaç rütbe sahibi adamla beraber surların arka tarafındaydı. Büyük, ahşap bir köprü Colin’in bulunduğu yere kadar uzanıyordu ve altından soğuk, berrak bir dere surların etrafında akıyordu.

Aralarında yirmi metreden az mesafe vardı. Colin devasa cüssesiyle atından aşağı atladı. Üzerinde deri bir kilt ve deri botları dışında hiçbir şey yoktu. Güçlü göğsü kan ve çamurla kaplanmıştı.

Colin’in erkek kardeşi Kenneth, ağabeyinin peşinden aşağı atladı. Colin’in bıçak kadar keskin bakışları Arthur’un üzerinde sabitlendi.

“Arthur!” Erkeğin kalın ve tok sesi, çıt çıkmayan ortamda kırbaç gibi şakladı.

   Yaşlı baron sendeleyerek ona doğru yürüdü. Onu Isabel, kâhyası Eduardo ve birkaç asker takip etti.

   Aralarında sadece iki metre kaldığında Arthur durdu ve Colin’in acımasız ve kirli yüzüne baktı. “İçeri giremezsin,” dedi elinden geldiğince sert olmaya çabalayarak. Oysa sesi yalvarır gibi çıkmıştı.

Isabel gözlerini erkekten alamıyordu. Ancak Colin ona hiç bakmıyor ve görmezden geliyordu. Colin’in dudakları acımasız ve insanın kanını donduran bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Bugünü bekliyordum ,” dedi kısık bir sesle. “Seninle bir anlaşma yapalım, Arthur.”

Baron bu teklife kulak kesilerek çenesini havaya kaldırdı. “Söyle.”

Colin’in gülümsemesi genişledi ve bu onu daha da vahşi gösterdi. “Seni ve halkını rahat bırakacağım.”

Arthur bunu duyunca gözleri parladı. Ancak bu barbar İskoçyalının karşılıksız bir şey yapabileceğine inanmıyordu. “Karşılığında ne istiyorsun?” diye haykırdı sesini ona duyurabilmek için. Karşılığı elbette umrunda değildi. Sadece kalan yıllarını refah ve huzur içinde geçirmek istiyordu. Ne isterse gözü kapalı verirdi.

Colin bir şey demeden gözlerini Isabel’e çevirdi. Genç kız nefesini tuttu. “Hayır!”

    Arthur kızına baktıktan sonra tekrar önüne döndü. Yaşamak için herşeyi yapardı. Kızını ona vermek hiçte sorun değildi.

“Al onu!” diye seslendi. “Al ve götür. Halkımdan ve benden uzak dur yeter ki.”

Genç kızın gözleri yaşlarla doldu. Bacakları güzel bedenini taşıyamadı ve dizlerinin üzerine düştü. Avuçlarını destek alırmış gibi toprağa dayadı ve başını eğdi. “Hayır,” diye fısıldadı güçsüzce. Başını kaldırdı ve Colin’e baktı. Yaşlar gözlerinden akıyor, her bir damla kalbine bir hançer gibi saplanıyordu. Toprağı parmakları arasında sıktı ve tüm gücüyle haykırdı.” Hayır!”

Mart ayının serin havasında iki şey gerçekleşti.

Yaşlı baronun dillere destan güzellikteki kızı Isabel, bir hediye, bir meta gibi İskoçyalı barbarın tekine verilmişti.

Ve Isabel hayatında ilk defa ağlıyordu…

Sanki sevmediniz bunu ya, ya da ben mi öyle bir hisse kapıldım ? :S Devam edeyim mi sizceee?

SınırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin