Özel Bölüm - #Lurah

560 28 7
                                    

Belimin ağrısıyla uyandım. Sonra fark ettim ki beni uyandıran belimin ağrısı değilmiş, kapının ziliymiş. Uyuyup kaldığım kanepeden kalkıp kapıya doğru ufak adımlar attım. Gözlerimi tam anlamıyla açamıyordum. Elimi kapının kulpuna koydum ve boşta kalan elimle gözümü ovuşturdum. Zil bir kez daha çalınca hızla kapıyı açtım. Karşımda annem ve Noah vardı. Annemin elinde de yıldız şeklinde kurabiyeler.

Saldırır bir şekilde annemin elinden kurabiyeleri aldım. Acıkmıştım ve onları yemek için sabırsızlanıyordum. "Sarah, bekle. Onları birlikte yiyelim." Anneme aldırış etmeden bir tanesini ağzıma attım bile. Noah kapıyı gülerek kapattı. Ben kurabiyemi mideme gönderemeden babam aşağıya indi, sanırım ses onu buraya getirmişti. Annemle ufak bir kucaklaşma yaşadılar ve sonra birbirlerini öptüler. Bu görüntüyü o kadar çok seviyordum ki hayran hayran bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Noah, ağabeyim, kolunu omzuma attı ve beni kendine yaklaştırdı. Elimde bir kısmı ısırılmış kurabiyeyi ona uzattım ve o da hemen yedi. Birlikte annemizi ve babamı izliyorduk. Kendimi o kadar mutlu hissediyordum ki bu anın hiç bitmesini istemedim.

Ama bitti.

Belim gerçekten ağrıyordu. Kanepede uyuyup kalmıştım. Gözlerimi açtım ve babama baktım. Üzerime bir pike örtmüştü. Dışarıdan gelen yağmurun sesini dinledim.

"Yağmur dinmemiş hala?"

Babam televizyondan başını bana çevirdi. "Dinmedi. Ama şiddeti azalıyor. Ben hayatımda böyle yağmur görmedim." Doğruldum.

"Ben uyumaya gidiyorum. Sen de geç olmadan yatsan iyi olur. Biliyorsun, yarın okul var." Başımı salladım. "İyi geceler." Gelip alnımı öptü. "İyi geceler, kızım."

Babam merdivenlerden ağır ağır çıkarken kumandayı elime alıp kanalı değiştirdim. Sonra bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha... Hiçbir kanal beni tatmin etmedi. Zaten televizyon izlemek istediğimden de emin değildim. Televizyonu kapattım.

Pikenin altından çıkıp ayağa kalktım. Pikeyi katladım ve elime aldım. Yağmurun sesi o kadar huzurlu geliyordu ki bilinçaltımın bana oynadığı oyunu unutmaya çalıştım. Rüyamda o kadar mutluydum ki. Ama şimdi? Kendimi çok kötü hissediyordum. Gerçekleşmesi asla mümkün olmayan bir sahne görmüştüm ben. Ve bunu bana kendi bilinçaltım göstermişti. Ne yapmaya çalışıyordum, Tanrı aşkına?

Camın önüne geçip biraz dışarıyı izledim. Yağmur damlaları camda izler bırakıyorlardı. Birisi önce yavaş sonra hızlıca aşağıya kayıyor ardından bir başkasına katılıp birlikte sonsuzluğa doğru kayboluyorlardı. Kaybolmak için bile başkasına muhtaçtılar. Kendilerini tamamlayıp öyle kayboluyorlardı. Peki, ben? Ben eksiktim. Annem yokken eksiktim. Noah'a bir şey anlatamazken eksiktim. Eksik olmak istemiyordum ama eksiktim işte.

Damlaları izlerken bahçedeki bir siluet gözüme çarptı. Biraz daha dikkatle baktım. Bu Luke'tu. Ne yapmaya çalıştığını anlamak için biraz onu izledim. Yaptığı tek şey; yağmurun altında ıslanıp eve doğru bakmaktı. Sonra telefonunu çıkardı, kulağına götürdü. Sanırım birini arıyordu. O sırada telefonum çaldı. Başımı sehpanın üzerinde yanıp sönen telefonuma çevirdim. Sonra Luke'a baktım. Kahretsin, bu çocuk neyin peşindeydi böyle?

Camdan ayrılıp telefonumu elime aldım ancak arama sonlanmıştı, yetişememiştim. Tekrar cama baktığımda Luke'un hâlâ orada beklediğini gördüm. Elimdeki pikeyi üzerime geçirdim ve evdeki en büyük şemsiyeyi de elime alarak kapıya yöneldim. Vakit kaybetmeden anahtarımı aldım ve dışarı çıktım. Yağmurun beni ıslatmasına izin vermeden şemsiyemi açtım ve bahçeye, Luke'a doğru koştum.

"Luke!" Sesimi duyunca bana doğru döndü ve yürümeye başladı. Ortada bir yerlerde buluştuk. Şemsiyeyi elimden aldı. Şimdi ikimiz de şemsiyenin altındaydık ve ıslanmıyorduk. Onu, sokak lambasının izin verdiği kadarıyla görüyordum. Oldukça ıslanmıştı. "Ne yapıyorsun burada?"

Yüzünde yaramaz bir sırıtış belirdi. Elimde olmadan ben de güldüm. Öyle güzel bakıyordu ki, soruma cevap vermese de olurdu. "Seni görmek istedim," dedi, gözlerimiz birbirinden ayrılmadan önce. Sonra ekledi: "Bu karanlığa rağmen gözlerinin büyüsüne kapıldım bile. Söyleyen ne doğru demiş: Mavi gözler yeşil gözlere âşık olur."

"Beni görmek için buraya kadar gelmene gerek yoktu. Sabahı bekleseydin, ya." Belimden tutup beni kendine biraz daha yaklaştırdı. "Bekleyemedim işte sabaha kadar. Sonra yanımdan apar topar ayrıldın. Olmadı, doyamadım."

Duyduklarım karşısında kızarmaya başladığımı hissediyordum. Havanın soğukluğuna rağmen birden ısınmıştım. Luke'un eli hala belimdeydi. "Doyamadın mı?" dedim. Başını salladı. "Cık, doyamadım."

"Ne yapsak ki? Böyle yağmurun altında da olmuyor." Dikkatimi üzerindeki gri ceketi çekti sonra. "Sen bununla üşümüyor musun?" Önce üzerine baktı sonra bana döndü. "Üşümüştüm, sen gelene kadar. Sonra ısındım."

"Olmaz öyle," diyerek pikenin uçlarından tuttum ve onun üzerine örtmeye çalıştım. Ancak kısa olan boyum bu uğraşımı biraz yersiz kılıyordu. Luke da beni keyifle gülerek izliyordu. Sonunda pikeyi ona da örtmeyi başardım, tabii bu durum biraz daha yakın durmamıza neden olmuştu. Yağmura karışan kokusunu biraz daha net alıyordum. "Senin şimdi kulakların da üşüyordur," dedim elim kapüşonuna giderken. "Hayır, üşümüyor," diye cevap verdi, ne yapmaya çalıştığımı anlayarak. Elimi kulağına koydum. "Bakayım, üşümüş işte." Zıplayarak kapüşonunu başına geçirdim, tam düzgün olmayınca elimle düzeltmeye çalıştım ancak Luke buna engel oluyordu. "Seni böyle uğraştırmak hoşuma gidiyor." Elim kapüşondan kayıp Luke'un yüzüne düştü. Yüzünü avucumla sevmeye başladım. Sonra başparmağım dudağının bittiği yerde kaldı. Gamzesi biraz daha ileride başlıyordu ancak ben dudağı ile yanağının hemen arasında takılı kalmıştım."Burası," diye fısıldadım. "Burası her daim benim olsun mu? Bunu... En çok bunu istiyorum."

"Olsun," dedi Luke, belimdeki elini sıkarak. Sonra eğilip dudağımın bittiği yeri öptü. Dokunuşu öyle sıcak, öyle yumuşaktı ki gözlerimi kapayıverdim o öperken."Burası da bana ait olsun mu? Sadece ben öpeyim? Çünkü... Bilirsin; dudaklar birçok kez birçok insan tarafından öpülebilir ama burası... Bence benim dışımda kimsenin aklına gelmez."

"Bence de gelmez," dedim aklımdan dudağıma dudağı değmiş birçok erkek geçerken.

"Niye gülüyorsun?" Luke'un sorusuyla güldüğümü fark ettim. Şimdi ona beni öpen erkeklerden bahsedemezdim. "Çünkü mutluyum, dedim. Sanırım artık şu gri bulutlara da gerek kalmadı."

"Kalmadı," dedi ve eğilip dudaklarımdan öptü. Ben de parmak uçlarıma yükseldim ve bu güzel öpücüğe karşılık verdim. Yağmur damlaları yavaşça yüzüme düşüyorlardı ve öpüşümüze karışıyordu. Luke şemsiyeyi indirmiş olmalıydı. Su Prensimi öperken suyun altında ıslanmamdan daha doğal bir şey olamazdı herhalde. O, benim Su Prensimdi. Bana yağmurlu bir günde gelmişti ve ben onunla ıslanmaktan keyif alıyordum.

Yıldız Tozu ✓ Where stories live. Discover now