14.Bölüm

17.3K 1.2K 282
                                    

İnsanların inisiyatifi dışında gerçekleşen her olay o büyük kudretin "ol" demesi neticesinde tecelli ederken kişi, ya direnip helak olur ya da sabır edip hak katında bir makama tabi olur ona uygun görülürdü. Yazgı ile savaş olmazdı yani.

Kısa ama ömür kadar uzun ve stresli geçen düğün serüveninin ardından güz konağında da hayat artık rutin haline dönmeye başlamıştı. Yusuf'ta yoktu. Rahat rahat sevinip huzur içinde yeni bir döneme adım atmanın lezzetini adeta damaklarında hissediyordu ev eşrafı. Daha bir ay öncesine kadar asla evlenmez gözü ile bakılan büyük beyzadenin evlenmiş olma durumu bile başlı başına bir zaferdi nihayetinde.

Büyük kahvaltı masasında hep birlikte edilen neşeli kahvaltının ardından baharat dükkanını açmak için evden çıktı Mustafa. Abisinin yokluğunu aratmamalı, işleri aksatmamalıydı.

Hava daha sabah saatlerinde sıcak dokunuşunu yer yüzü tuvaline nakış nakış işlerken ağır adımlar eşliğinde ceketini çıkarıp sağ koluna attı Mustafa. Yüzündeki tatlı gülümseme sempatik gencin yakışıklılığını perçinliyor ,abisi kadar güçlü olan aurasını daha da çekici kılıyordu.

Kısa bir an Yusuf ve Gülnihal geçti aklından. Merak ediyordu. Acaba iyiler miydi? Yahut abisi taze yengesine iyi davranıyor muydu? Merak etti genç adam birazda endişelendi. Düğün gecesi şahit olduğu görüntü hafızasının derinliklerinden çıka gelince yüzü soldu ve gülümsemesi gül goncası gibi kuruyup ağaçlı yolun zeminiyle buluştu.

Abisi ve yengesinin yağmur altındaki yüzleşmelerine saniye saniye şahit olmuştu Mustafa ve hala müdahale etmemiş olmasının pişmanlığı filizleniyordu içinde. Zaten sevmeyerek evlendiklerini biliyordu fakat Gülnihal, Yusuf tarafından aldatılmış konumdaydı Mustafa açısından. Kim olursa olsun evlendiği kişiyi bilmesi haklıydı. Düşündükçe gözünün önünde tekrar vuku bulan olay, içini burktu genç adamın.

Ama o an bunları düşünmesinin hiç bir getirisi yoktu. Olan olmuştu..

Yutkundu. Büyük bir nefes alırken bir yandan da uçuşan asi saçlarına müdahale etti boşta kalan eliyle.

Bir süre yürüdükten sonra dükkana yakın mesafede kurulan pazar yerine ulaşmıştı. Köylerden ve İstanbul'a yakın yerlerden gelen insanların kurduğu pazar her zaman ki gibi oldukça kalabalıktı. Tandırda yapılan taze ekmekler, rengarenk sebzeler, çeşit çeşit baklalar, kuru yemişler, sucuklar, kadınlar için ayrılan bölümde ise el işlemesi bin bir çeşit dantel ve yemeni modelleri. Dokumalar, ipekler vs vs... Herkes ekmeğinin peşindeydi işte.. Doya doya etrafa göz gezdirdi Mustafa. Çocukluğundan bu yana hep çok sevmişti bu koşuşturmayı...

Günün aynı saatleri Bursa'da sıcaktı. Gece Yusuf ile yaşadığı atışma ve düşme macerasının ardından uyuyamamıştı Gülnihal. Zaten o adam yanı başında hatta dibindeyken nasıl uyabilirdi ki? Bir tatlı su kurnazlığı yapıp yatağa sızmak isterken yakalanmış ve utanmıştı. Bir de aynı esnada düşme tehlikesi yaşamış ve ikinci bir şok dalgasına yol açan Yusuf'un onu tutmasıyla daha da rezil hissetmişti. İşte bütün bunlar genç kızın uykusunu kaçırmaya yetmişti. Saatler boyu yanında uyuyan adamın nefesini dinleyerek bekledi günün aydınlanmasını.

Hatta bir ara o kadar sıkıştı ki korkusuna rağmen kalkıp evde tuvalet aramış fakat bulamamış ve neredeyse ışık hızı ile kilere tekrar dönmüştü.

"Yusuf" dedi sessizce. El mecbur yardım istemeliydi hiç hoşnut olmasa da. Yoksa daha fazla dayanamayacaktı. Hala senkronize bir şekilde nefes alan adamın omzuna dokundu çekinerek.

"Yusuf" ismini işitince gözlerini aralayıp baktı Yusuf.

"Ya ben sıkıştım da"

"ee"

"Bu evde tuvalet yok. Aradım ama gerçekten yok"

Hava da olan tek kaşını indirip bir of çekti Yusuf ve doğruldu.

"Hata bende. Sırça köşkte el bebek gül bebek büyümüş bir kızı tutup köye getirirsen böyle olur"diye söylenerek kalktı sedirden. Sanki kendisi konakta büyümemiş gibi. Gülnihal ise kendini kasmak ile meşgul olduğu için cevap vermeye bile tenezzül etmemişti. Zaten o an için Yusuf'a ihtiyacı vardı. Köprüyü geçene kadar suskunluğunu biriktirmeliydi.

Birlikte evde ki araya çıkıp oradan da evin aslında olmayan kapısından dışarı adım attıkları anda Yusuf avluda ki küçük yapıyı işaret etti.

"Orada"

Tuvaletin dışarıda olmasını yadırgayan, hala zifiri karanlık ve garip hayvan seslerinin etkisi ile korkmakta olan Gülnihal gözlerinin içine baktı kocasının.

"Seni kapıya kadar götürmemi falan beklemiyorsundur inşALLAH?" dedi Yusuf uykunun daha da toklaştırdığı sesiyle. Bu kadarı bile Gülnihal'in mesajı almasına yetmişti zaten. Daha fazla ağız eğmeyecekti ona. Bir ara bej pijama takımının içinde dağınık saçlar ve yarı açık gözler ile güzel gözüktüğünü düşünse de aklının karışmasına daha fazla müsaade etmeden bilincine soğuk duş etkisi yaşattı. Korkuyordu evet ama gururu korkusundan önemliydi.

Ayağına pabuçlarını takıp temkinle ilerledi. Ve tam kapanmamış olan kapıyı sağ eli ile itti. Gerçekten çok sinirlenmişti. Katlanmasını güçleştiren en birinci neden ise sürekli Yusuf ile muhattap olma zorunluluğuydu. Bir hafta bu duruma nasıl sabır gösterecekti bilmiyordu. İşini bitirip çıkınca Yusuf'un hala orada bekliyor olduğunu görmesiyle şaşırdı ama çaktırmadan ilerlemeye başladı. Arkalı önlü gidip o meşhur sedire uzandılar tekrar.

Ve tekerrür eden dakikaların ardından gece nihayete erip gün ışığı karanlığı yırtmaya başlamıştı. Yusuf'un hala uyuyor olmasını fırsat bilip kıyafetlerini değiştirdi Gülnihal. Lacivert üzerine pembe çiçek desenleri serpiştirilmiş boydan, basma bir elbise giyip yine vazgeçemediği toz pembe renginde bir yemeni aldı başına.. O gün için peçe takma gereği duymadı zaten üç kişi vardı evde. Yabancı yoktu.

Yemenisini düzelterek kapıdan çıktığında Meryem kadının bastonunun sesini duyup hole yöneldi. Yeni babaanesi küçük bahçeden torunları için bir şeyler toplamak istemişti kahvaltıya niyet. Gülnihal'de merakla takıldı peşine... Ve bahçeye girdiklerinde koluna girdi.. Hala vicdanı fazla hassastı. Görmeyen kadın için aklından geçirdikleri kötü kalpli insanlara özgü peşin hükümlülük özelliğiydi. Haberi olmasa da gönlünü almak için kadının tarif ettiği gibi özenle topladı sebzeleri dalından. Hayran hayran bakmayı da ihmal etmedi. Domates, biber, patlıcan ve daha bir çok sebze zarif birer küpe gibi sallanıyorlardı yaprakların arasında.

Aynı zamanda tatlı muhabbet ikili arasında ki iletişimi de hızlandırmıştı. Asırlık ömrüne bir çok insanın anısını nakşetmiş kadın birde Gülniha'i eklemişti. Hemde baş tacı listesine. Sevimli ve iyi yetişmiş bir kızdı o. Göremese de her zerresi ile hissetti bunu.

"Şeytan tüyü var" diye geçirdi içinden genç adam sofrada ki karısına bakarken.. Sonra Gülnihal'in sağ eli ile kayan başörtüsünü düzelttiği görüntü takılı kaldı göz bebeklerine.. Zarif bir kızdı. Narindi... Ve güzel.. Hatta çok güzel. Lokmasını usulca çiğnemesi, bardak tutuşu, bakışı, gülüşü, yüzünde ki her bir detay ve mimikleri.. Ah o kahrolası mimikleri hepsi zarafet timsaliydi sanki.... Fark etmeden bunları aklında bir bir sıraladı Yusuf. Sonra bir ara farklı bir şey düşündü.. Gülnihal kendi dışında herkes ile konuşurken zaten şuan gözüktüğü gibiydi.. Sadece ikili diyaloglar da farklı bir karaktere bürünüyordu... Mesela Yusuf'un yanında hiç gülümsememişti. İkili oynuyor kanaatine vardı.. Herkese iyi kalpli marur gelin gibi gözüküp gardını zenginleştirmek niyetindeydi. Öyle düşündü. Ve herkesi kandırabilir ama onu kandıramazdı.. Bu güzelliği bile kibrini gölgeleyemezdi...Bir ara üzerindeki bakışların ağırlığını hissedip Gülnihal'de ona bakmış ve gözlerini çekmiş olmasına rağmen Yusuf hala istifini bozmamıştı. Niyeti de yoktu. Ve düşüncelerinde haklı olduğunu kanıtlamaya karar vermişti..

Ön yargısı o kadar gözünü karartmıştı ki genç adamın Gülnihal'de ki safiyane ve tertemiz olan her şeyi sahte olarak algılıyordu. Sevilesi bu kadar çok yanı varken o her birini silah zannediyordu.. Belki sadece bu noktada haklıydı.. Yüzünde ve yüreğinde barındırdığı güzellik silahtı ve eninde sonunda Yusuf'u nişan alacaktı.... Belki çoktan almıştı da Yusuf gözlerinin önüne konuçlanan sisten yanı başını göremiyordu.

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Where stories live. Discover now