Yirmi Bir

2.8K 199 97
                                    

*reklam* profilimdeki School Number adlı hikayeye bakarsanız güzel olur. O da jb fici çünkü ve ona da yb eklemeyi düşünüyorum bundan sonra.

Demi lovato/Yes-Old Ways
Justin'in şarkılarının hepsi ama daha çok orta yavaşlıkta olanlar tercihiniz olsun.
Riri/What Now?
Katy/Roar
Evanescence/October

+36 vote
+20 yorum
Bir dahaki bölümü ilk yorum yapana ithaf edeceğim.

Üzgünüm biraz geç geldi çünkü tanıtım videosu yaptırıyordum ve bölümü yayınlarken video kısmına kitabın tanıtım videosunu koymak istedim fakat bu mümkün olmadı. Çünkü yapan kişi henüz bitirmedi, bitirmek istemedi.

Bu arada sınav haftasına giriyorum bu yüzden bugün yayınlamanın en uygun olacağını düşündüm. Belki pazar günü yb eklerim.

Neyse, bu da böyle bir bölüm.
***
Sıkıntıdan tırnaklarımı kemirirken, her şey daha ne kadar kötü olabilirdi, diye düşünüyordum. Cidden, Emily denen, şeytana bile pabucunu ters giydirecek türden bir kızın, onlar voleybol oynamaya başlayana kadar Justin'in kucağında oturması ne kadar iyi olabilirdi ki? Sinirden ve kıskançlıktan ağlamak istiyordum ama tek yapabildiğim, sinirle tırnaklarımı kemirmekti.
Benim yaşlarımda ve çok güzel olduğunu düşündüğüm kızın adını da öğrenmiştim. Adı Ariana'ymış. Kız iyi birine benziyordu ancak Emily'nin kuzeni olduğunu öğrendiğimde iyi kelimesinin ne derece doğru olduğunu tartışmak üzere rafa kaldırdım.
Şimdi ise Rose, Ryan, Jamie, Rafael, Emily, Justin, Ariana voleybol oynuyordu. Voleyboldan pek anlamazdım ve Emily karşısında olma gibi bir potansiyele sahip olduğum için buna cesaret edememiştim açıkçası.
Justin -gerek olmadığı halde- kapşonlu hırkasını çıkarmış, üzerine oturan bir tişörtle dımdızlak kalmıştı. Kıskançlık bütün damarlarımda akarken ağlamak istedim. Ama Rose bunu görebilirdi ve bu tam bir kaos olurdu, kampı bozan kişi olarak anılmak istemiyordum.
Benim yerimde olmak isteyen çok kişi olduğuna emindim çünkü okulun popüler insancıkları ile çok güzel(!) zaman geçiriyordum. Voleybol topu kafama gelince düşüncelerimden sıyrılıp, gerçek hayata döndüm.
Ryan'dan gelen üzgün bir bakış herkesin kahkahalarla gülmesini sağlamıştı. Başta Emily olmak üzere herkes bana gülerken -ki bence komik değildi- topu aldığım gibi, ayağa kalktım. Sinir bütün hücremde yayılırken bu sefer gülme sırası bendeydi.
"Ben de oynayacağım." deyip, bütün gözleri üzerime çevirecek bir pas attım. Top bu sefer Emily'nin düşmesine sebep olmuştu ve asıl gülünmesi gereken bu olduğu halde kimsr gülmemiş, hatta Justin, Emily'nin kalmasına yardım edip, iyi olup olmadığını sormuştu.
Gerçekten bu çok sinir bozucuydu ve Rose dahil diğer herkesin kötücül bakışına mağruz kalmam işleri kötüleştiriyordu.
Emil ayağa kalkınca, "Justin, Ryan ve Rose benim çocukluk arkadaşım. O yüzden Lena, bir dahaki sefere topu özellikle bana atmaman senin yararına olur." diye bir şeyler söyleyince Ryan, "Şey, kusura bakma Lena ama oynamasan daha iyi." dedikten sonra kendimi dışlanmış hissetmeye engel olamadım. Aklım sıra Emily'le rekabet edebileceğimi düşünmüştüm ama herkes bana karşı bir pozisyonda dururken -Justin bile- bunu yapmam imkansızdı.
Kafamı dikleştirip, gözyaşlarımın akmaması için kendimi zorlamaya çalışarak, "Pekala." diyebildim sonunda.
Normal bir hızla oradan uzaklaşırken, bir el beni kendisine döndürdü.
"İyi misin?" diye soran Rose'a diktim bakışlarımı.
Kafamı olumlu anlamda sallayarak, "İyiyim, biraz dolaşacağım. Bir saat içerisinde gelirim." dedim.
Rose, üzgün, gerçekten üzgün bir bakışla birlikte bana sıkıca sarıldı ancak ben ona sarılmadım. Hala şoktaydım. Nasıl olur da Emily onların çocukluk arkadaşı olabilirdi? Çok kötüydü. Böyle olması hiç hoş değildi ve işlerimi zorlaştırıyordu.
Rose geri çekildiğinde, kimseye bakmadan göle doğru yürümeye başladım. İyi ki yanıma kulaklığımı almıştım. Böylece, yürürken hem biraz sakinleşmiş olurdum, hem de kafamı dağıtmamı sağlandı.
Bu yüzden kulaklıklarımı taktığım anda koşmaya başladım. Gözlerimden firar eden yaşlar yolumu görmeme engel olsa ve saat akşam sekizi gösteriyor olsa da önemli değildi. Etrafta yeterince aydınlatma vardı zaten. Bu yüzden endişe etmiyordum. Olanları biraz düşündüğümde aslında kimsenin beni orada istemediğini fark ettim. Belki Rose, topluluk yüzünden beni orada koruyamamış olsa da, yanıma gelip sarılmış olması bile benim için yeterliydi. Ama kalbim kırılmıştı. En küçük olayı bile büyütüp, kendimi yıpratmak hobim olsa da, bu yaşadığım şeyden hoşnut değildim. Justin beni öpmüş, davranışlarıyla kendimi özel hissetmeme neden olmuşsa da, yanımda değildi. Tıpkı geçen senelerde olduğum gibi olmuştum. Kimsesiz, her şeyi içine gömen ve sürekli -kimseye çaktırmadan- ağlayan bir insandım önceden. Bunu babamın ölümüne bağlıyordum çünkü o zamanlar benim için iç karartıcı zamanlardı.
Nefes nefese durduğumda, bağırma isteğimi zapt edebilmek zordu. Terlemeye başlayacağım sırada üzerimdeki hırkayı çıkardım. Gölden dumanlar yükseliyordu, manzara muhteşemdi. Göle doğru biraz yaklaşıp elimi içine soktum.
Aman Tanrım.
Göl sıcacıktı.
Aniden aklıma gelen bir fikirle üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Sadece iç çamaşırlarımla kalmıştım, telefon ve kulaklığımı kıyafetlerimin üzerine koyduktan sonra, üşümeye başladığım için seri adımlarla göle girmeye başladım. Göl gergin olan bütün hücrelerime iyi gelmişti. Ellerimle hala ıslak olan gözlerimi sildikten sonra suya daldım.
Suyun içerisinde biraz oyalandıktan sonra, artık çıkmam gerektiğine karar verdim ve çıkmak için kıyıya doğru yüzerken, ayağıma takılan bir şey yüzünden kafam tekrar suyun içerisine girdi. Suyun yüzeyine, hava almak için çıkmaya çalıştığımda, ağzıma dolan suyla birlikte bütün bilincim kapanmak üzereydi.  En son hatırladığım şey, kuvvetli kolların beni tutup, kıyıya doğru çekmesiydi.
***
Burada bitirmek istedim ve şu anda yeni bölümün bir kısmını da buradan devam ederek yazmaya başlıyorum.
Ehehhe, pekala, şimdi tahminleri alayım.

Lena'yı gölden kim kurtarmış olabilir?

802 kelime olmuş bence iyi.

Secret Number//J.BWhere stories live. Discover now