20. Bölüm

2.3K 183 14
                                    

Bazen gece kadar karanlık, yıldızlar kadar parlak olabiliyor ruhumuzun en derinlerindeki kuytu köşeler.

--

"Ve bu fotoğraf da büyükbabanla evliliğimizin yedinci yıldönümünden..."

Eve geldiğimizden beri anneannemin yıllardır sakladığı eski aile albümüne bakıyorduk. Uzandığım yerde boynumu iyice anneannemin omzuna gömerek ince parmaklarımı sayfanın sol alt köşesindeki uzun boylu bir adamın üzerinde gezdirerek konuşmaya başladım.

"Bu adam kim, anneanne?"

"Büyükbabanın kardeşi, geçen yıl kalp krizinden öldü. Lanet olası genetik bir hastalık neredeyse tüm ailenin ölüm sebebi olmuş. Bu kadar sık görülmesine inanamıyorum."

Sorumun cevabına şaşırmamıştım doğrusu, çünkü büyükbabama çok benziyordu fotoğraftaki uzun boylu, esmer adam. Sessizlik eşliğinde sayfanın ev sahipliği yaptığı, anılarla dolu diğer fotoğrafları incelememin ardından bakışlarımı anneanneme çevirdiğimde göz kapaklarına yenik düştüğünü gördüm. Yorgun olduğu her halinden belli oluyordu, bu yorgunluk gün içinde yaptığı şeyler sonucu değil yılların biriken hissiyatları ile oluşmuştu. Yine de yaşına rağmen hem ruhen, hem de bedenen en dinç şekilde kalmayı başarabiliyordu anneannem. Büyükbabamın ölümünden sonra zaten ince ve muntazam olan vücudu iyice küçülmüştü. En az altmış yaşında vardır, diye düşünmeden edemiyordum. Anneannemin tam yaşını bilmiyordum ama yıllandığı ve çöktüğü, artık ne kadar dinç olmaya çalışırsa çalışsın belli oluyordu. Yavaşça başımı omzundan çekip doğruldum, başındaki yastığı ve boynunu tam yatırarak rahat etmesini sağlamaya çalıştım. Elindeki albümü kapatıp etecerimin üstüne koyduktan sonra ayağa kalktım ve ince nevresimim ile anneannemin güzel vücudunu örttüm. Ayaklarımın altının ağrıdığını hissedebiliyordum, vücudumun tüm ağırlığı sanki sadece ayaklarımın üzerinde toplanmıştı. Bacaklarımdan yukarısını neredeyse oynatamayacak derecede hissedemiyorken ayaklarım, sanki üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi ağırlaşmıştı. Odamdan çıkmadan önce gün boyunca okumaya fırsat bulamadığım romanlarımdan birini alarak sessizce ışığı söndürdüm, tamamen odamın dışında kaldığımda ise kapıyı aralık bırakarak anneannemin odasına doğru yöneldim. Onu uyandırmaya kıyamıyordum, sanırım bu gece yataklarda değişiklik yapmamız gerekecekti. Hâlâ değiştirme fırsatı bulamadığım siyah tişörtüm ve dar paça pantolonum ile kendimi anneannemin yumuşacık yatağına bıraktığımda, burnuma dolan gül kurusu kokusuyla rahatlığın iliklerime işlediğini hissettim. Sanırım bu koku yatak örtüsünden geliyordu, kafamı anneannemin yastığına gömünce artık koku alma duyumun algılayamayacağı kadar fazlalaşmıştı kurumuş gül yapraklarının soluk kokusu. Yastığı biraz dikleştirip sırtımı yasladıktan hemen sonra Stephen King'in aşktan uzak romanlarından birinin ilk cümlelerinde kaybetmiştim kendimi. Uzun süre boyunca akıcı kelimelerin hızına kaptırdığım benliğim eşliğinde okumaya devam ettim. Esnemeye başladığımda henüz doksan dördüncü sayfada olmama rağmen bu kadar çabuk uykuya teslim olacağım düşüncesi beni ürpertiyordu. Sıkıntıyla pantolonumun cebindeki telefonu çıkardım, saat on biri geçmişti. Uzandığım yerden doğrulduğumda kaldığım sayfayı aklıma kazıyıp kitabı kapattım ve yastığın yanına koydum. Kollarımı açarak gerindiğimde az öncesine oranla daha dinlenmiş ve gevşemiş hissediyordum, şimdi ağırlığım sadece ayaklarımın üzerinde değil de tüm vücuduma yayılmış gibiydi. Yataktan kalktığımda kendimden emin adımlarla pencereye doğru yürüdüm, yavaş hareketlerle açtıktan sonra birkaç saniye yıldızların pırıltıları altındaki berrak gökyüzünü seyre daldım. Yaz aylarına yeni yeni girdiğimiz için sıcak etkisini pek de fazla göstermiyordu geceleri. Gündüzler çekilmez olurken geceler, ruhunuzun kanatlanıp yıldızlara ufak bir seyahat yapmasını sağlayacak kadar rahatlatıcı olabiliyordu. Kafamı pencereden biraz daha uzattım ve derin bir nefes alarak temiz havayı ciğerlerime doldurdum, yavaşça içimdeki soluğu özgürlüğüne kavuştururcasına gökyüzüne doğru saldıktan sonra pencereyi kapattım. Az önceki uykumdan şimdi eser yoktu, sanki verdiğim solukla birlikte içimdeki uyku da gökyüzüne uçmuştu. Yavaş adımlarla kapıya doğru ilerlerken yatağın üzerindeki telefonumu yeniden cebime koydum, ve sessizce dinlenmemi sağlayan gül kurusu kokulu odayı terkettim.

RuhsalWhere stories live. Discover now