17. Bölüm

2.4K 180 6
                                    

Sertlikle harmanlanmış aksi bir kişiliğin azarlamaları, içinizde hapsolan ürkek çocuğun haykırışlarını susturamaz.

--

''Sanırım seni buraya getirmekle hata yaptım.''

Cevap vermeyişimin üzerine ses tonundaki çaresizlik ve pişmanlık biraz daha artmış gibiydi.

''Pekâlâ,'' yanıma çöktü ve ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi. ''Gidelim mi?''

Dediği şeyleri duyuyordum, hatta bir ara cevap vermek için ağzımı açmıştım ama ortaya çıkan şey sadece boğuk ve tuhaf bir ses olmuştu. Gökhan biraz daha yanıma yaklaştı ve avuçlarımda kalan son toprak parçasını da önümdeki toprak yığınına attı.

''Sana verebileceğim en güzel doğum günü hediyesinin anne ve babanın hiç görmediğin mezarını ziyaret etmen olduğunu düşünmüştüm,'' isterik bir şekilde iç geçirdikten sonra devam etti. ''Galiba yanılmışım.''

Evden çıktığım saate lanet okuyordum. Tüm gün boyunca yatağımda uzanıp kitap okumayı plânlarken anneannemin ve Gökhan'ın  sonu gelmeyen ısrarları üzerine pes ederek evden çıkmıştım. Bugünün doğum günüm olduğundan bile haberim yoktu, biraz temiz hava almanın iyi geleceğini düşünerek Gökhan'la gitmeye karar vermiştim. Beni etrafı kocaman ağaçlarla çevrili ve kasvetli havası olan, güneşin erişmediği bir yere getirdiğinde sevinmiştim doğrusu. Taş merdivenleri çıkarken tüm gün büyük bir ağacın gövdesine yaslanarak yanıma aldığım birikmiş romanlarımı bitirme ve huzura kavuşma hayalleri kuruyordum. Ta ki, küçük ve eski demir kapıyı aralayıp mezarlarla dolu araziyi görene kadar... İlk tepkim ''Mezarlıklardan nefret ediyorum.'' diye sessizce mırıldanarak geri dönmeye çalışmak olmuştu. Ama tam çıkacağım sırada yan yana duran mezar taşlarının üzerindeki isimler dikkatimi çekmişti. Böylece yapabileceğim tek şey kapıya yönelmek yerine doğruca mezarların yanına gidip, taşların üzerindeki isimlere dokunmak olmuştu. Ve şimdi, annemin mezar taşının hemen yanına çökmüş, boş gözlerle toprağın üzerindeki kuru otları izliyordum. Diğer mezarların yanında öyle bakımsız, öyle eski kalmışlardı ki; yıllardır kimsenin ziyaret etmediği belli oluyordu. Göz kapaklarımı indireceğim an yanaklarımdan süzülen birkaç damlaya engel olamayacağımı bildiğim için dakikalardır kırpmadığım gözlerimi Gökhan'a çevirdim.

''Sırf bu anı yaşamamak için,'' duraksayarak bakışlarımı Gökhan'dan alıp mezarlığa kısa bir bakış attım ve zorlukla araladığım dudaklarımdan fısıltı halinde çıkan birkaç kelimenin daha serbest kalmasına izin verdim. ''Yıllardır mezarlarının nerede olduğunu öğrenmedim.'' Şimdi kelimeler biraz daha boğuk ve sessiz çıkıyordu. ''Sırf içimdeki heves, yaşama arzusu kırılmasın diye onların fotoğraflarına bile bakmadım; anneannemin ısrarla vermeye çalıştığı albümü hiç açmadan yaktım.''

Sanki çok zor bir şey yapmış gibi nefes nefese kalmıştım, ciğerlerime huzursuzluk kokan havayı doldurdum ve yavaş bir şekilde nefesimi havada serbest bıraktım. Gökhan dediklerime cevap vermemiş, ifadesiz gözlerle mezarı inceliyordu. Rahatsızlık veren uzun süreli bir sessizliğin ardından ilk konuşan yine o oldu.

''Şu bir ay içerisinde,'' her konuştuğunda yaptığı gibi sıkıntıyla iç geçirdi. ''Bana çok şey öğrettin.''

Bakışlarımı topraktan çekip Gökhan'a ifadesini hiç bozmadığım gözlerle bakarken konuşmaya devam etti.

''Babamla aramızdaki ilişkiyi, öz annemin bir fahişe olduğunu ve babamın ilk defa aşkla baktığı kadının onu benim yüzümden terk ettiğini biliyorsun. Çocukluğumdan beri kimsenin  benden berbat bir yaşamının olamayacağını düşünürdüm, hatta son yıllarda iyice benliğimi yitirdim ve farkında olmadan içimde bana ait olmayan aksi bir karakter yetiştirmeye başladım. Seni gördüğüm ilk zamanlarda şımarık ve sinir bozucu aptalın teki olduğunu düşünmüştüm, zaman geçtikçe düşüncelerim tamamiyle değişti. Yaşadıklarını ve hiç dilinden düşürmediğin gelecek plânlarını senin ağzından dinleyince etkilenmiştim. Ama anlattıklarının içinde olmaya, seninle birlikte yaşamaya başlayınca yıllardır nankörlük ettiğimin farkına vardım. Benim garanti altına alınmış bir geleceğim, her ne kadar kopuk olsa da hayatta olan ailem ve her konuda umursamazca davranabileceğim bir hayatım vardı. Senin ise sadece hasar görmüş hayallerin, amaçların ve tükenmeyen bir isteğin var. Son zamanlarda kendimi daha iyi ve kaygısız hissediyorum, ve farkında olmasan bile bunun tek sebebi sensin. Bir nevi teşekkür olarak seni buraya getirmek istedim, güçlü bir ruha sahip olduğun için etkilenmeyeceğini düşündüm. Şimdi görüyorum ki, senin anılarına unutulmaz bir tane katarak zenginleştirmek yerine sadece biraz daha buruklaşmasını sağlamışım.''

Saniyelerdir gözlerimi gözlerinden ayırmamıştım, bakışlarındaki duyguyu gizlemeye çalışarak konuşmaya çalışmıştı ama başarısız olmuştu. Gördüğüm şey samimiyet değildi, pişmanlık, mahcubiyet, veya üzüntü değildi. Çözemediğim bir pırıltı dolanıyordu bakışlarının gölgesinde. Sonunda ardı ardına sıraladığı cümlelerini bitirdiğinde bakışlarını yeniden önündeki toprak yığınına indirmişti.

''Aslında iyi oldu buraya geldiğim.''

Dediğimin üzerine aniden bakışlarını üzerime çevirip suratında belirmeye başlayan hafif şaşkınlık ifadesiyle havaya birkaç kelime bıraktı.

''Nasıl yani?''

''Son zamanlarda yıllardır yapmaya çekindiğim davranışları hafiften gerçekleştirmeye başladım. Buraya gelmem sanırım son noktayı koydu,'' dediklerimi anlamadığını fark ettiğimde ses tonumu normal tutmaya çalışarak devam ettim. ''Yani buraya gelerek dışıma yaşam tarzı olarak benimsettiğim, ruhuma ise ön yargı adıyla sindirdiğim tabuları yıktım. Yıllardır yapmaya en çok çekindiğim şey, bugün senin sayende gerçekleşti.''

''O halde on sekiz yaşına içine kapanık ve sert Başak yerine, içindeki olumsuz hisleri yıkmış bir Başak mı giriyor?''

''Hayır,'' sürekli tekrarladığım sözcükleri şimdi de tekrarladım. ''Kişiliğimden taviz vermek bana göre değil.''

Hafif bir şekilde gülümseyerek ''Bundan emin misin?'' dedi. Cevap vermemiştim, sanırım haklıydı. Her ne kadar buraya gelmem de dahil bazı şeyleri ruhumun baskıları altında yapmış olsam da dışıma yansıttığım kişiliğimi kaybetmeye başlıyordum. Buğra'yla hiç tanışmamış ve büyükbabamı kaybetmemiş olsaydım bunların hiçbiri yaşanmaz, ruhum zedelenmezdi. Kendi içime de sindirmeye çalıştığım ruhsal olgularımla yaşamaya çalışırken, ruhumun peşpeşe gelen darbeler altında ezilmesi kendi yarattığım sertlikle yoğrulmuş karakteri yavaş yavaş yok etmeye başlamıştı.

RuhsalWhere stories live. Discover now