1. Bölüm

9.6K 470 77
                                    

Multimedia: Başak Yayber

--

"Tanzimat devrine gelinceye kadar ülkede bazı yenilik hareketlerine girişildi. Ancak bunlar planlı programlı çalışmalar olmadığı için, sadece yeniliği başlatan devlet adamının yaşamıyla özdeşleşti. Yenilikçi kişinin ölümü ile yenilikler de ortada kaldı.."

Yine hiçbir şeyi anlayamadığım edebiyat derslerinden birindeydim. Sayısal olan hiçbir derste zorlanmıyorken sözel dersler beni oldukça zorluyordu. Oturup sıkıcı şeyler dinlemekten ve bir şeyleri ezberlemeye çalışmaktan nefret ediyordum. Ama iyi bir gelecek istiyorsam buna mecburdum, o yüzden kafamı sıradan kaldırıp gözlerimi edebiyatçıya diktim. Dediklerini her ne kadar anlamasam da dinleyip beynime bir şeyler kazımaya çalışıyordum. Yaklaşık on dakika boyunca dinlemeye çalıştım ve sonunda dayanamayıp kafamı yeniden sıraya gömdüm.

Aslında biraz daha zorlasam ve ezber yapmaya çalışınca sıkılmasam çok daha kolay olacakmış gibi görünüyor. Ah, kimi kandırıyordum. Olmuyor işte, sözel derslerim berbattı. Sanırım ek ders almam gerekiyordu.

İyice zihnimin derinliklerine dalmış kendi kendime düşünürken çalan çıkış ziliyle tekrardan başımı kaldırdım ve derin bir oh çekerek çantamı aldım. Hızlı adımlarla sınıftan çıktım, merdivenlerden inerken birinin arkamdan seslendiğini duyar gibi oldum. Umursamayıp inmeye devam ederken birkaç saniye sonra bir kere daha birinin adımı söylediğini duydum. Arkama baktığımda sınıftaki çoğu kişinin aksine kendi çıkarlarını ön planda tutmayan ve akıllı birisi olduğuna inandığım Buğra'yı gördüm. Suratına her zamanki kendisinin sıcak kanlı, benimse gereksiz ve saçma bulduğum gülümseyi takıp elinde tuttuğu kitabı göstererek konuşmaya başladı.

"Hey, çok hızlısın nefes nefese kaldım. Romanını sıranın üstünde unutmuşsun, fark edince getirmek istedim."

Kısaca teşekkür ettikten sonra romanı alıp çantama koydum ve arkamı dönüp yürümeye başladım. Arkamdan "Görüşürüz!" diye seslendiğini duysamda duymamış gibi yapıp yürümeye devam ettim.

Sonunda okuldan çıkmıştım. Tanrım, bu okul gerçekten büyüktü, merdivenleri her indiğimde başım dönüyordu. Hızlı hareketlerle çantamdan kulaklığımı çıkarıp elimi cebime attım. Biraz yokladıktan sonra telefonumu bulup kulaklıkları taktım ve Frank Sinatra - My Way parçasını açtım. Bu adamın hissettirdiği şeyler farklıydı, her şarkısı benim için ilgi çekiciydi.

Yaklaşık yirmi dakika süren bir yürüyüşten sonra sonunda eve gelmiştim, apartmandan içeriye girip asansöre bindim. Soluklanarak telefonumu ve kulaklıkları çantaya atıp anahtarlarımı çıkardım. Asansörden inince hızlı adımlarla kapıya yönelip anahtarı deliğe sokmaya çalıştım fakat anahtar girmiyordu. İyice sinirlenip zorlamaya başladım ve sonunda kapının diğer ucunda başka bir anahtar olduğunu fark ettim. Ufak bir küfür savurarak sabırsızca kapıyı çaldım, çok geçmeden kapı açıldı.

"Başak! Sonunda gelebildin güzelim, çok özledik seni."

"Büyükbaba? Benden izinsiz nasıl bu eve girebiliyorsunuz?"

"Bildiğin gibi bu ev bizim üstümüzde yani şu an burada biz oturuyormuşuz gibi görünüyor. Bu evi de sana biz tutmuştuk, kimse on yedi yaşında başı boş ve umursamaz bir genç kıza ev kiralatmaz."

"Sorumun cevabı bu değildi, neden geldiniz?"

"İçeri geç de biraz sohbet edelim, hem anneannen güzel yemekler pişirdi."

Oflayarak ayakkabılarımı çıkarıp bir köşeye attım ve siyah pandiflerimi ayağıma taktım. Mutfağın önünden geçip odama girerken anneannemin "Hoşgeldin tatlım." dediğini duydum ve gözlerimi devirerek odamın kapısını kapattım.

Her şeye burunlarını sokuyorlardı. Aslında şu an iki yaşlı ihtiyara ihtiyacım vardı, henüz kanunlara göre çocuktum ve benim için gerekli olan birçok işi onlar hallediyorlardı. İkisini gerçekten de anlayamıyordum, annemi evlatlıktan reddetmişlerdi ve ben istenmeyen bir evlenmenin sonucu doğan bir çocuktum. Beni böyle sevmeleri normal değildi. Söylenerek eşofmanlarımı üzerime geçirdim ve saçlarımı sıkıca toplayarak odamdan çıkıp mutfağa yöneldim.

"Neden geldiniz? Yoksa küçük, savunmasız, korunmaya muhtaç torununuzu mu özlediniz? Yıllarca yetimhaneye terk ettiğiniz o istenmeyen torununuzu?"

Tam büyükbabam ağzını açmışken anneannem doğradığı domatesleri bırakıp yanıma geldi ve konuşmaya başladı.

"Bak Başak, bundan tam on dokuz yıl önce annenle babanın evliliğine karşı olduğumuz için anneni evlatlıktan reddettik. O da baş kaldırıp hiçbir şey demeden gitti. O zamanlar baban başıboş, işsiz, fakir bir serserinin tekiydi. Annen üniversiteyi bırakıp babanla evlenmek istiyordu. Tamamen kızımızın iyiliğini düşünerek hareket etti-"

"İyiliğini isteseydiniz onu evlatlıktan reddetmezdiniz."

"Lütfen lafımı kesme ve sabırlı olup dinle. Annen bir gün gizlice evden çıktı, başlarda ne olduğunu anlayamadık ama sonralardan babanla nikah kıydıklarını öğrendik. Öğrendikten sonra anneni reddedip yurt dışına yerleştik. Zaten o zamanlar ailecek yurt dışına taşınmayı düşünüyorduk, dayın olmadan sadece annen, büyükbaban ve ben olacaktık. Annen son anda oyun bozancılık yapmasaydı şu an her şey çok daha farklı olabilirdi. Aradan yaklaşık iki yıl geçti, bir gün annenin durumunu merak ettim ve aradım. İlk çalışta açtı, şaşırmıştım doğrusu. Bana muhteşem bir hayat yaşadığını ve İzmir'in sayılı zenginlerinden biri olduğunu söyledikten sonra telefonu yüzüme kapattı. Büyükbabanla hem şaşırdık, hem de her ne kadar reddetmiş olsak da kızımız kurtulmuş diye sevindik. Ama annenin yaptığı affedilir gibi değildi, bizi yok sayıp gitmişti. Büyükbabanla kendi halimizde yaşarken aradan tam on altı yıl daha geçti. Artık ikimizde iyice yaşlanmıştık, bir gün bahçede otururken aniden telefon çaldı. Telefonu açtığımızda ise yıllardır bilmeden yaşadığımız gerçeği öğrendik. Annen ve baban çok öncelerden ölmüş, şirketin başına dayın olacak o ukalâ herif geçmiş ve şirketi batırdıktan sonra kaçarken trafik kazasında hayatını kaybetmiş. Bizi en çok etkileyen de yetimhanede bir torunumuzun olmasıydı. Torun lafını duyar duymaz içimde bir şeyler koptu, bir anneanne olarak seni sahiplenmem gerektiğini düşündüm ve hemen orada karar vererek birkaç haftaya kalmadan İzmir'e taşındık. Tatlım, annen için hâlâ üzülüyorum ve şu an seni onun yerine koyuyorum. Baban olacak o hayırsıza da hiç benzemiyorsun, yüz hatların, mimiklerin sadece anneni andırıyor. Lütfen seni sahiplenmek istiyor oluşumuza karşı çıkma, ne yapacaksak senin iyiliğin için."

İçimden amin deyip bakışlarımı anneannemin gözlerinden kaçırdım. Ne uzun konuştu be.

"Pekâlâ, sizi anlıyorum ama gerçekten ikinize de ihtiyacım yok. Kendi ayaklarımın üzerinde durabiliyorum ve on sekiz yaşıma da az kaldı, o zaman size hiç ihtiyacım olmayacak. Şimdi rica ediyorum, evimi terkeder misiniz?"

Bu defolup gidin demenin kibarcasıydı. Her ne kadar terslemek istemesem de beni buna zorluyorlardı.

"Bundan sonra burada seninle kalmayı planlıyorduk."

"Ne? Ciddi misiniz siz? İyi o zaman, sadece planlamışsınız. Bunu gerçekleştiremeyeceksiniz malesef, kapı orada."

"Öyle olsun, ama her istediğinde arayabilirsin. Normal biri olsan ısrar eder gitmezdik ama seni zorlamanın anlamı yok. Ocakta yemek var, acıkınca ısıtıp yiyebilirsin."

Kapıyı işaret ettikten sonra büyükbabam anneannemin belinden tuttu ve beraber dış kapıya doğru yürümeye başladılar. Anneannem montunu ve çantasını alıp son bir defa bana baktıktan sonra ayakkabılarını ayağına geçirip evden çıktı. Büyükbabam da hemen peşinden. Kapının kapanma sesiyle rahatlayarak oturma odasına doğru yürüdüm ve elime televizyonun kumandasını alarak kendimi koltuğa fırlattım.

"Güzel. Beni iyi tanımışlar, eğer hemen çıkıp gitmeselerdi benim bu evi terk edeceğimi biliyor olmalıydılar."

RuhsalDonde viven las historias. Descúbrelo ahora