"Biz çocuklarımızı korumaya çalışıyoruz! Onun burada olması hepimizi riske atıyor!" diye bağırdı bir adam, yüzü kıpkırmızıydı. Elindeki metal boruyu sıkarak Jimin'e doğru bir adım attı.

Bir başka kadın araya girdi. "O yaratıklar bizi parçalarken o dimdik ayaktaydı. Hatta... biri ona boyun eğdi! Böyle bir şey mümkün değil. O... o bir lanet!"

Kalabalık artık sadece korkmuyor, saldırganlaşıyordu. Gözleri delirmiş gibi parlıyordu. Karanlığın ortasında kendi içlerinde bir şey uyanmıştı hayatta kalma içgüdüsü. Ve hedefleri belliydi: Jimin.

Tam o anda, kalabalığın ortasında biri bağırdı.
"Yeter!"

Bu ses, tüm uğultuyu bir anda susturdu.

Hoseok'tu. Gözleri öfke doluydu, ama sesi kontrolünü kaybetmeyen bir kararlılıkla yankılandı.
"Ne yapmaya çalışıyorsunuz siz?! Daha dün beraber yemek yediniz, şimdi onu kovmak mı istiyorsunuz?!"

Bir sessizlik oldu. Kalabalık afallamıştı. Hoseok'un yürüyüşü sertti, adımları yankılanıyordu. Jimin'in yanına geldi, ona bir bakış attı. Jimin hâlâ gözyaşlarını silmiyor, bir şey söylemiyordu. Sadece susuyordu.

"Bu çocuk olmasaydı, belki hiçbirimiz şu anda hayatta olmayacaktık," dedi Hoseok, kalabalığa dönerken. "Kimse o yaratıkların önüne geçemedi. Hiç kimse! Ama o yaptı. Neden, bilmiyorum. Ama yaptı!"

İnsanlar birbirine bakmaya başladı. Birkaç kişinin öfkesi hâlâ yüzlerinde ama çoğu kafasını eğmişti.

O anda Namjoon öne çıktı. Sessizliğini ilk defa bozuyordu. Jin yanındaydı, yüzü gergin.
"Bu bir sır değil," dedi Namjoon, sesi derin ve dingin. "Jimin farklı. Bunu hepimiz biliyorduk. Ama şimdiye kadar kimseye zarar vermedi. Aksine, o hepimizden daha yalnızdı."

Kalabalık yavaşça geri çekilmeye başladı. O an herkes kendi düşüncelerine gömüldü. Jimin'i suçlamak kolaydı ama gözlerinin önünde gerçekleşen şeyin mantığı yoktu. Belki de korku, gerçeğin üzerini örten en büyük perdedir.

Jimin, hâlâ sessizdi. Hoseok ona dokunmaya çalıştı ama Jimin hafifçe geri çekildi. Gözleri karanlığa dalmıştı.

Ben neyim? Neden onlar bana boyun eğdi?

Cevaplar yoktu. Ama sorular artık herkesin zihnindeydi.

Kan. Gözleri yanıyordu.

Haejin, kollarının arasında taşıdığı genç kızın cansız bedenini yere bıraktığında, gözlerindeki yas artık kontrol edilemez bir öfkeye dönüşmüştü. Parmaklarının arasında hâlâ pıhtılaşmamış kan vardı. Elleri titriyordu ama bu titreme ne korkudan ne de çaresizliktendi. Öfkeydi bu ilkel, yakıcı, karanlık bir öfke.

Bir anda Jimin'in önüne yürüdü. Kalabalığın içinde Jimin yalnızca ayakta durmaya çalışıyordu. Gözleri hâlâ yaşlarla doluydu. Ne olduğunu anlayamamıştı, kalbindeki karmaşayı susturamamıştı.

Haejin hiç düşünmeden, hiç duraksamadan sağ yumruğunu Jimin'in yüzüne indirdi.

"Seni piç! Ne planlıyorsun lan!"

Yumruğun darbesiyle Jimin sendeledi. Narin bedeni yana savrulup dizlerinin üzerine düştü. Çenesinden ve burnundan kan süzülürken yere dayanmış elleri titredi. Kalabalık sessizleşmişti. Sadece rüzgârın taşıdığı hıçkırıklar ve uzaklardan gelen siren benzeri uğultular duyuluyordu.

Haejin ikinci kez saldırmak için elini tekrar kaldırdı. Gözleri alev alevdi, parmakları kasılmıştı. Yumruğu havadayken ansızın bileğinde bir baskı hissetti. Sert, kararlı bir tutuş.

broken dawn ㄨ yoonminWhere stories live. Discover now