Yıl: 2147
Dünya, 20 yıl önce uzaydan gelen bilinmeyen bir varlık türünün istilasına uğradı. Bu yaratıklar, iğrenç, hızla çoğalan ve insana saldıran canlılar-şehirleri, kıtaları yok etti. İnsanlık, hayatta kalabilmek için yer altı tesislerine, labora...
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Güneş, beton duvarların arasından sızmasa da saatler geçiyordu. Sığınağın içi, küçük jeneratörlerin mırıltısıyla titrerken Hoseok, her zamanki gibi sabahın ilk saatlerinde ayaktaydı. Elinde metal bir tepsiyle koridor boyunca yürüyordu, üzerindeki kaplarda bu sabahki karışım: patates lapası, biraz konserve sebze ve azıcık ekmek kırıntısı. Belki heyecan verici değildi ama hayattaydılar.
"Günaydın!" diye neşeyle bağırdı, uyuklayan bir genci dürterek. "Yemek saati! Sonra iş var, unutma!"
Jimin, köşedeki bankta sessizce oturuyordu. Uyandığından beri konuşmamıştı. Yoongi onu uzaktan gözlüyordu ama hala onunla yüz yüze gelmekten kaçınıyordu. Belki biraz daha zaman... belki biraz daha güven...
Ama bugün bu ikili odakta değildi.
Sığınağın kuzey kapısında, ağır metal kapılar açılırken içeriye serin bir rüzgâr doldu. Namjoon, sırtında büyük bir çanta, yanında Jin'le birlikte dışarı adım attı. Gökyüzü griydi, sis dağılmış ama hâlâ havada tuhaf bir koku vardı nemli toprak ve pas kokusu karışmış gibi.
"Rüzgâr doğudan geliyor," dedi Jin, gözlerini kısarak. "İyi değil bu. Yaratıklar genelde bu rüzgârda daha sinirli oluyor."
Namjoon başını salladı. "Biliyorum. O yüzden çok oyalanmadan döneceğiz. Sana biraz tohum getirme sözü verdim ama bu sefer sadece tıbbi otlara odaklanmalıyız."
"Bana söz mü verdin gerçekten?" diye hafifçe gülümsedi Jin. "Ne kadar romantik."
Namjoon hafifçe öksürdü, yüzünde hafif bir kızarıklık belirdi. "Romantiklikle alakası yok, Jin. Sadece ihtiyaç... biliyorsun, mantıklı bir planlama."
Jin, gözlerini kaçırarak gülümsedi. "Planlama. Evet. Bunu iyi bilirsin. Ama bazen... sadece hissetmek de gerekir, değil mi?"
Namjoon yürümeye devam etti. Sessizlik bir süre ikisinin arasına çöktü ama kötü değildi. Doğal bir sessizlikti. Sadece onların anlayabileceği bir tür.
Yıkılmış binaların arasından geçerken Namjoon haritasını çıkardı. "Burada bir sera olduğunu not etmiştim. Tıbbi bitkiler yetiştirilen özel bir alanmış. Belki... bir şeyler kalmıştır."
"Namjoon?" dedi Jin, adımlarını yavaşlatarak.
"Hm?"
"Hiç düşündün mü... yani, bütün bunlar olmadan önce, biz... normal bir yerde, normal bir zamanda tanışsaydık? Belki aynı üniversitede, aynı kulüpte... Belki birlikte ders çalışırdık. Kahve içer, tartışır, gülüşürdük."
Namjoon bir an durdu. Bu tür konuşmalardan her zaman kaçınırdı. Hayal kurmak, gerçekliğe zarar verirdi. Ama Jin'in sesi o kadar sakindi ki... o an hayal etmek bile güzeldi.
"Belki," dedi sonunda. "Ama belki de o zaman... seni bu kadar iyi tanıyamazdım. Belki o zaman... duygularımı bu kadar bastırmak zorunda kalmazdım."