Yıl: 2147
Dünya, 20 yıl önce uzaydan gelen bilinmeyen bir varlık türünün istilasına uğradı. Bu yaratıklar, iğrenç, hızla çoğalan ve insana saldıran canlılar-şehirleri, kıtaları yok etti. İnsanlık, hayatta kalabilmek için yer altı tesislerine, labora...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Jimin, gözleri önünde diz çöken yaratıklara bakarken kalbinin nasıl titrediğini hissedebiliyordu. Elleri hâlâ havadaydı, sesi ise yutkunmaktan kurumuştu.
"G-gidin..."
Bu iki hece havada yankılandı. Yaratıklar, sanki onun ne dediğini anlamış gibi küçük, tiz ve boğuk sesler çıkarmaya başladılar. Birbirlerine hafifçe sürünerek yaklaştılar, başlarını hafifçe eğdiler ve sonra aniden geri çekildiler. Vücutları yerde kayarak ilerliyor, sanki karanlık suyun üzerinde süzülen birer gölge gibi görünüyordu. Jimin gözlerini kırpmadan onları izledi.
Onlar gittikçe, ardında tarifsiz bir sessizlik bıraktılar. Sığınağın kapısından çıkarken biri Jimin'e son bir kez döndü. Kanatları hafifçe açıldı, damar damar olmuş morumsu yapısı titredi ve bir veda gibi yere bir damla siyah sıvı bırakarak uzaklaştı.
Herkes o an donmuştu. Kimse hareket etmiyordu. Sadece rüzgarın uğultusu ve arka planda bir çocuğun kısık, korku dolu ağlayışı duyuluyordu.
Sığınağın arka tarafında, Minho toprağı elleriyle kazıyordu. Her darbe daha da öfkeliydi. Elindeki metal kürek birkaç kez yere çarptığında kıvılcım çıkmıştı. Yanında Haejin, Sooyeon'un yardımıyla cesetleri beyaz örtülere sarmıştı. Her örtünün ucunda küçük bir etiket, ölen kişinin adı. Sessizce dua ediyorlardı.
Bir köşede Eunmi vardı. Yüzü elleri arasında kaybolmuştu, dizlerinin üzerine çökmüş haldeydi. Sessizce ağlamıyor, hıçkırıyor, sarsılıyordu. Onun sesi, sessizliğe bıçak gibi saplanıyordu. Hoseok uzaktan ona bakıyor, ona gitmek istiyor ama elindeki görevle mücadele ediyordu. O sırada diğer insanlara bağırarak sakin olmalarını, içeride artık tehdit olmadığını anlatmaya çalışıyordu.
Ama kimse dinlemiyordu. Çünkü herkes Jimin'e bakıyordu.
"O da onlardan! O bir yaratık!" diye bağırdı orta yaşlı bir adam. Eliyle Jimin'i gösteriyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Korku, öfkeye dönüşmüştü.
"Zaten hep sessizdi," dedi başka biri. "Bu normal değil. Normal biri o yaratıkları yönetemez!"
Kalabalığın içinden bir kadın öne çıktı. Kucağında üç yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Gözleri yaşlıydı ama sesi titremiyordu. "Onu buradan kovun! Çocuklarımız tehlikede!"
Jimin öylece duruyordu. Her söz içini delip geçiyordu. Dizlerinin bağı çözülmek üzereydi ama kendini zor tuttu. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama ağlamıyordu. Bu bir çöküş değil, içten içe parçalanıştı.
O an kimse onun gözlerinin içindeki boşluğu görmedi. Kimse onun da bir açıklama beklediğini, bu olanlara en az kendileri kadar anlam veremediğini fark etmedi.
İçinden sadece bir cümle geçti. Ben... neyim?
Kalabalık giderek hırçınlaşmaya başlamıştı. Sığınaktaki karanlık sadece ışığın eksikliğinden değil, insanların içlerine düşen korku gölgesindendi artık. Jimin'in varlığı bu korkunun hedefi olmuştu.