Eunmi'nin yüzü ciddileşti. "Bu iyi değil..."

Taehyung, yanına gelerek elini omzuna attı. "Ama endişelenme. Kahraman ikili döndü!"

Jungkook kaşlarını kaldırdı. "Kahraman mı?"

"Evet, ben ve sen. Yani... daha çok ben ama sen de oradaydın işte."

Jungkook iç geçirdi. "Cidden sabır..."

Eunmi kahkaha attı. "Hadi gelin, yemek vakti. Ve evet, Taehyung için özel cevizli kek de var."

Taehyung coşkuyla zıpladı. "İşte hayat böyle güzel!"

O gece, istasyonun raporu Yoongi'ye sunuldu. Jungkook ciddi ciddi olup biteni anlatırken Taehyung araya girip komik detaylar sıkıştırıyordu. Eunmi ise kenarda oturup gülümseyerek onları izliyordu.

Sığınakta yaşam zordu. Ama birlikteyken her şey biraz daha kolaydı. Taehyung ve Jungkook'un çekişmeleri, Eunmi'nin neşesiyle yumuşuyordu. Görevler tehlikeliydi ama dostlukları bir kalkan gibiydi.

Ve belki de bu savaşın ortasında... onları insan yapan şey de buydu.

Görevden dönenlerin sesi sığınağın koridorlarında yankılanırken, akşam yemekleri hazırlanmıştı. Büyükçe bir masa, yer yer çizilmiş, bazı bölümleri paslıydı ama yine de bir araya toplanmanın verdiği sıcaklık oraya hayat veriyordu. Lambaların sarı ışığında yorgun ama yaşadıkları için şükreden yüzler vardı.

Hoseok, mutfağın önünde duruyordu. Önünde sıralanmış konserve kutuları, ekmek kırıntıları ve birkaç paket hazır çorba... Belki lüks değildi, ama en azından karnını doyuran ve sıcak kalan bir sofraydı bu. Elinde kepçeyle insanlara sırayla yemek dağıtıyordu.

"İki gündür öksürüğün geçti mi?" diye sordu yaşlı bir adama.

Adam gülümsedi. "Senin getirdiğin bitki çayı işe yaradı galiba."

Hoseok da gülümsedi. "Bir şey olursa hemen haber ver, tamam mı?"

Ardından sıradaki çocuğa döndü, saçını okşadı, ona biraz daha fazla verdi. Kadınlar, yaşlılar, gençler... Hepsine ayrı ayrı vakit ayırdı. Sığınağın görünmez dayanağı gibiydi. Hoseok hem moraldi, hem sağlıkçıydı, hem de bir abi.

Kuyruğun sonlarına doğru bir yüz dikkatini çekti. Diğerlerinden daha durgundu. Sessizdi. Ama gözleri derin, çok derin...

Jimin.

Sessizce bekliyordu. Elindeki konserve kutusuna değil, avucuna odaklanmıştı. Baş parmağı, boynundaki ince zinciri oynatıyordu. Zincirin ucunda, siyah taşlı, gümüş çerçeveli bir kolye vardı. Kolye oldukça eski görünüyordu; üzerinde silinmeye yüz tutmuş bir gökyüzü sembolü, üç yıldız ve ay arasında bir çizim... Belki bir aile yadigârıydı. Belki bir işaret. Ama Jimin, nereden geldiğini bilmiyordu.

O hiçbir şeyi hatırlamıyordu.

Kilise... İlk açtığında gözlerini oradaydı. Yağmur yağıyordu. Üzerinde ince bir mont vardı. Birkaç yabancının kucağında, sığınmıştı bir köşeye. Gözyaşı yoktu çünkü his de yoktu.

Aile? Yok.
Geçmiş? Kapkaranlık.
Kimdi o? Ne olmuştu? Hepsi bir sisin ardındaydı.

"Hey," dedi Hoseok, dikkatlice. Konservesini uzattı. "Fasulye. Ama içine biraz da umut koydum. Tadını alırsan haber ver."

Jimin kafasını kaldırdı, hafifçe gülümsedi. "Teşekkür ederim."

Kısa bir sessizlik oldu. Hoseok göz ucuyla onu süzdü. "Seni uzun süredir burada görüyorum ama konuşamadık. İnsanlardan uzak duruyorsun."

Jimin omuzlarını silkti. "Ben... tam olarak buraya ait değilim gibi hissediyorum."

"Bizim hiçbirimiz ait değiliz aslında. Ama... birlikte bir 'aitlik' yaratıyoruz burada. O yüzden sorun değil. Zamanla olur."

Jimin başını salladı. O an kolyesini avucuna aldı, parmaklarıyla dokundu. Hoseok bunu fark etti ama sormadı. Herkesin kendine ait bir suskunluğu vardı.

Sonra hafifçe sesini alçalttı. "Yoongi seni bir gün odasına çağırabilir. O kiliseye nasıl geldiğini falan sorabilir."

Jimin'in gözleri Yoongi'nin bulunduğu koridora doğru kaydı. Kısa bir duraklamadan sonra başını salladı. "Anladım."

O sırada ortak alanın diğer köşesinde, Taehyung ve Jungkook, görev sonrası iyice rahatlamışlardı. Taehyung, Eunmi'nin verdiği cevizli kekin büyükçe bir dilimini neredeyse nefes almadan yutmuştu.

"Muh-te-şem," diye geveledi ağzı doluyken. "Bu cevizli kek, hayatımda yediğim en iyi şey olabilir."

Jungkook, karşısından onu izlerken kaşlarını çattı. "Biraz yavaş ye. Mideni patlatacaksın."

Taehyung ağzını sildi, bir an düşündü. Sonra tekrar Eunmi'ye döndü: "Başka var mı?"

Eunmi gözlerini devirdi. "Daha yeni verdim."

"Ama bu dilim çok küçüktü!"

Jungkook kıkırdayarak başını iki yana salladı. "Aç boğaz."

Taehyung suratını astı. "Sen duygusuzsun. Cevizli kekin kutsallığını anlamıyorsun."

Eunmi ellerini beline koydu. "İkinize de eşit verdim zaten. Jungkook yavaş yediği için elinde hâlâ duruyor."

Taehyung hemen Jungkook'un tabağına yöneldi.

"Sakın!" dedi Jungkook, tabağını koruyarak. "Ölümüne savaş başlatırım."

"Sadece küçük bir parça..."

"Hayır."

O anlarda bile, sığınağın içinde bir çeşit hayat vardı. Dışarıdaki yıkıma, sessizliğe ve ölüm korkusuna rağmen... burası yaşayan bir yerdi. İnsanlar birbirine tutunuyordu. Sessizler dinleniyor, gülümseyenler umut yayıyordu.

Jimin, köşede oturmuş konserve kutusunu açarken bir kez daha kolyesine baktı. Gümüş parlayan kenarı, lambanın ışığında titredi. O kadar tanıdık ama o kadar yabancıydı ki...

"Bir gün her şeyi hatırlayabilecek miyim?" diye fısıldadı kendine.

Ama cevabı sadece kolye biliyordu.

Ama cevabı sadece kolye biliyordu

Oops! Ang larawang ito ay hindi sumusunod sa aming mga alituntunin sa nilalaman. Upang magpatuloy sa pag-publish, subukan itong alisin o mag-upload ng bago.

Umarım beğenirsiniz. Görüşürüz,♥️

broken dawn ㄨ yoonminTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon