Gece ilerledikçe sığınağın içinde sessizlik hakim oldu. Jimin hâlâ uyuyamamıştı. Soğuk beton zeminde battaniyesine sarılmıştı ama zihni huzursuzdu. Gözleri kapalıydı ama kulakları açıktı. Dışarıdaki uğultular, arada gelen metal tıkırtılar ve içeriden gelen boğuk fısıltılar, onun zihninde her gece yeni bir korku yaratıyordu.

Birden sığınağın ucundan iki kişinin yürüyüş sesi geldi. Yavaş ve dikkatli adımlar. Gölge gibi ilerleyen bu figürleri ayırt etmek zordu ama tanıdık bir sesti duydu:

"Sooyeon... Neden hep bu kadar ciddisin?"

Jaehyun'un sesiydi.

"Çünkü bu dünya artık eğlencelik bir yer değil, Jaehyun," dedi Sooyeon net bir şekilde. "Sen hâlâ oyun oynuyorsun. Oysa dışarıda insanlar ölüyor."

"Ben sadece... hayatta kalmanın farklı yolları olduğuna inanıyorum," dedi Jaehyun. "Kimi silahla savaşır, kimi de... kelimelerle."

Sooyeon durdu. "Sen kelimelerle değil, maskeyle savaşıyorsun. Gerçek yüzünü asla göstermiyorsun."

Jaehyun bir adım yaklaştı. "Belki de senin onu ilk gören olmanı istiyorum?"

Sooyeon sessiz kaldı. Ardından arkasını döndü ve yürümeye devam etti. Jaehyun, arkasından bakarak sadece iç geçirdi. Belki de onunla bu şekilde konuşan tek kişiydi Sooyeon.

Sığınak yeniden sessizliğe gömüldü. Herkesin uyuduğu ya da uyumaya çalıştığı saatlerde bile, karanlığın içinde nefes alan başka bir şey vardı. Ve kimse henüz bunun ne kadar yakın olduğunu bilmiyordu.

Sığınağın içindeki loş ışıkların altında insanlar yavaş yavaş sessizliğe çekilirken, Hoseok hâlâ ayaktaydı. Gözleri her köşeyi tek tek tarıyor, battaniyesi kaymış bir çocuğu örtüyor, susamış birine su uzatıyordu. Onun varlığı sığınakta bir güven hissi yaratıyordu. Çocuklar ona 'Hobi abi' diyor, yaşlılar onun gülümsemesine sığınıyordu.

Bir köşede oturan yaşlı kadın, hafifçe öksürdü. Nefesi kesik kesikti, elleri titriyordu. Hoseok hemen yanına çömeldi.

"Teyzeciğim, bir şey mi oldu? Nefesin biraz zor geliyor," dedi, sesi yumuşaktı.

Kadın gözlerini kaldırdı. "E... Eczaneden aldığım ilaç biteli çok oldu. Şu kalp çarpıntısı... Bazen nefes alamıyorum."

Hoseok başını hemen salladı. "Tamam. Hiç merak etme. Hemen halledeceğim."

Kadını yavaşça minderine yasladıktan sonra hızla sığınağın tıbbi bölümüne yöneldi. Tıbbi alan, eski bir ofis odasından dönüştürülmüştü. Raflarda sınırlı sayıda ilaç, bazı not defterleri ve acil durum çantaları vardı. İçeri girdiğinde Jin, masasının başında, gözlüğünü burnunun ucuna indirmiş bir dosyayı inceliyordu. Üzerinde temiz ama yıpranmış beyaz bir önlük vardı.

Hoseok nefes nefese durdu kapıda. "Namjoon nerede?"

Jin başını kaldırmadan, hafif gülerek cevap verdi. "Muhtemelen yine uyukluyordur. Elektrik kesilince kitapla birlikte uyuyakalıyor."

Hoseok hafif gülümsedi ama sesi ciddi kaldı. "Yaşlı kadınlardan biri kalp çarpıntısından şikayet ediyor. Sanırım ilaçları bitmiş. Daha önce beta-bloker kullanıyormuş."

Jin hemen ayağa kalktı ve bir çekmeceyi açarak küçük bir kutu çıkardı. "Burada son kalanlardan... Dikkatli kullanmamız gerek. Ama ihtiyacı varsa, tabii ki ver."

Hoseok kutuyu aldı, başıyla teşekkür etti. "Sen de bir ara dinlen Jin. Çok yoruldun."

"Hepimiz yorulduk," dedi Jin, hafifçe gülerek. "Ama hâlâ buradayız, değil mi?"

Hoseok bir an durdu, sonra başını salladı. "Evet. Ve buradayız çünkü birbirimize ihtiyacımız var."

Hemen ardından tekrar yaşlı kadının yanına döndü. Kadının elleri hâlâ titriyordu. Hoseok diz çökerek kutuyu açtı ve küçük bir bardak su uzattı.

"Al teyzeciğim," dedi nazikçe. "Bu ilaç sınırlı sayıda ama söz veriyorum, biz daha fazlasını bulacağız. Seni burada böyle bırakmayız."

Kadının gözleri doldu. İlaçla birlikte suyu içmesine yardım etti Hoseok. Ardından battaniyeyi iyice sarıp onun başını minderine yasladı.

"Şimdi biraz uyu, olur mu? Ben buradayım."

Kadın başını salladı, gözleri kapanırken dudaklarından bir teşekkür fısıltısı döküldü.

Hoseok ayağa kalkarak kollarını iki yana açtı ve hafif esnedi. "Ah yine kazasız belasız bir gün. Şükürler olsun Tanrım." Tam gitmek üzereyken gözleri Jimin'e takıldı. Jimin'de ona bakıyordu. Genellikle burada insanlarla içli dışlı olduğu için herkesi tanırdı ama şuana kadar Jimin ile konuşmadı. O yeni gelmişti. Yaklaşık bir ay önce. Bir grup insanlarla klisede bulunmuştu.

Jimin o günden beri sessizdi. Sessiz ve gözlemci. Kimseyle konuşmaz, sadece olup biteni izlerdi. Sığınağa ait hissediyor muydu, belli değildi. Ama bir şey vardı - Jimin'in gözlerinde tanıdık bir acı, bastırılmış bir öfke vardı.

Hoseok, adımlarını yavaşlattı. Kısa bir süre Jimin'e baktı, sonra hafifçe gülümsedi. Jimin başını hafifçe eğerek selam verdi ama gözlerini kaçırdı. Hoseok o anda karar verdi. Yarın onunla konuşacaktı. Bu kadar sessizlik, bu kadar yalnızlık bir yük olmalıydı. Ve eğer biri ona ulaşmazsa, o yük onu içine çekebilirdi.

Gece boyunca karanlık sığınağı sadece makinelerin cızırtısı ve arada duyulan fısıltılar doldurdu. Ama içeride, insanlık hâlâ yaşamaya çalışıyordu.

Ve her bir adım, Jimin'i karanlığın içinden aydınlığa bir adım daha yaklaştırıyordu.

Her yer karanlığa kaplandı sadece küçük mum ışıkları çünkü enerjinin bitmesi için geceleri ışıklar kapanıyordu. En azından bir kısmı. Görevlilerin odaları ve tıbbi bölümün açıktı. Küçük çocuklar anne ve babalarına sığınmıştı. Çoğu kişi uymuyordu. Bir kaçı Tanrı ile hesaplaşıyor gibiydi sanki. Bu tüm olanların Tanrının bir cezası olarak söyleniyordu ağızlarda. Zaten bu grubun amacı; hayatta kalan insanları bularak yardım etmek, bu kıyametin amacını araştırmak ve yiyecek- içecek ve ilaçları bulmaktı.

Jimin sonunda uykusuz kaldığı günlerin içinde ilk defa uykuya doğru düzgün daldı. Çünkü geldiğinden beri doğru düzgün uyku çekmiyordu. Korkuyordu. Belki de artık burada zarar görmeyeceğini anlamıştı

 Belki de artık burada zarar görmeyeceğini anlamıştı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


broken dawn ㄨ yoonminWhere stories live. Discover now