20 Ekim kişisel seminerim

7 3 2
                                    

Ben Asel yılmaz. 25 yaşındayım. Türkiye çapında Taekwondo birincisi. Aynı zamanda ünlü bir avukatım. Ömrüm boyunca hep birilerine sığınma isteği ile yaşadım. Çoğu zaman sırtımdan bıçaklandım. Ama bir kişi çıktı karşıma bana hem en büyük acıyı yaşattı. Hem de hayatımın dönüm noktası olmasını sağlayan bir şey öğrendim onun sayesinde. O sıradan biri değildi. Benim kanımdan canımdan birisiydi. O gitti fakat hayat, terk edildiğim gün bitmedi. Çünkü çok doğru bir karar alıp, insanları bir kenara koydum. Hedeflerimi aldım karşıma. Hayattaki tek hedefi insanların sevgisini kazanmak olan biri için hayat oldukça çekilmez olur. Bunu bizzat kendim yaşayarak öğrendim. En kötüsü de hiç bir hedefi olmayan insandır. Hedefiniz size yaşama hevesi ve çabalama duygusu kazandırır. Mesleğim ve tanınmam sayesinde bir çok abla kardeş dost kazandım fakat biliyor musunuz hiç birini kendinden çok sevmiyorum. İnsan en çok kendini sevmeli. Kendini sevmeyen bir insanın kendisine bir saygısı da olmaz. İnsan saygıyı kendine duymadıkça, çevresi de ona saygı duymaz. İnsan önce kendine saygı duymalı, kendini sevmeli, beğenmeli. Ve bunlar ego değil özgüvendir. Özgüvensiz insan hayatın hiç bir yerinde başarılı olamaz. Yani kısacası diyeceğim şu ki kendini sev kendini beğen en çok kendine güven. Bir işi gerçekten isteyip, kendine güvendikten sonra başaramayacağın hiç bir şey yok. Özgüvenli bir insan çevresinden de sevgi ve ilgi görür.  Asla yapmayacağınız tek şey; insanların gözünde kendinizi küçük düşürüp kolay hedef durumuna düşmeniz olacaktır. Kendinize vakit ayırın. Kendinizi tanıyın. Kendinizi şımartın. En önemlisi de “kendiniz olun.”

Özünüzü özümseyin.

İltica limanım

Seminerden çıktım ve kulise geçtim. Biraz sonra kapı tıklatıldı. İçeri gelen tabii ki oydu. “Efe Kaya”

-Harikaydın hayatım. Seninle gurur duyuyorum. Herkes konuşmanı çok beğendi.

-Bilmiyorum Efe. Bu hayat telaşı bana yük gelmeye başladı.

-farkındayım güzelim. Her şeyin farkındayım. Biraz dişini sık. Son işten gelecek parayı alalım. İstediğin yere gidip kafamızı dinleyeceğiz. Sadece sen ve ben.

-Sorun sadece o değil. Sen her yanımdan ayrıldığında, can sağlığından şüphe ediyorum, ve bu durum beni artık çok yoruyor. Sence de artık legal bir hayata dönmenin vakti gelmedi mi?

Sonrasında konunun değişmesi, içeri gelen adamlar, telefon görüşmeleri derken, konuşmamız yok olmuştu.



Efe Kaya. Hepiniz bu ismi tanıyorsunuz. Bir zamanlar, “seni aldatıyor” diye kandırılıp ayrıldığım çocuk. Kendisi şuan kocam oluyor. Yıllar sonra metroda karşılaşıp, hatalarımızı konuştuk. Ardından ortaya atılan bazı yalanlarla yüzleştik. Özürler dilendi, bazı kararlar alındı. Sonuç ortada. Yaklaşık 1 senedir evliyiz. Efe Samsun’da ünlü bir isim. Genelde illegal insanlar tarafından tanınır. Çünkü onlara zor zamanında borç verip, faiziyle geri alıyor, ruhsatsız silah temin ediyor falan işte. Kısacası kendisi mafya. Bu durumda bende mafya karısı oluyorum.

Efenin adamları, yani can dostları ile birlikte arabadaydık. Küçüklükten beri dostlardı. Kaan, Aras ve Polat. Aras grubun en komiği ve benim en iyi anlaştığım kişi. Polat grubun en ciddi ve en planlı olanı. Ve Kaan, Efenin tüm sırlarını bildiği tek kişi. Aramızda en güvenilir o olabilir.  Karşınızda Mokita. Bakıldığında masum bir isim gibi gelebilir fakat anlamı “Herkesin bildiği ama kimsenin konuşmaya cesaret edemediği gerçek”



Siz bakmayın böyle etrafa korku saldıklarına. Yanımda yavru kedi gibiler. Elbette Avukat olmama rağmen bir mafya çetesinin içinde bulunmam çoğunuzun tuhafına gitmiş olabilir. Durumlar bunu gerektiriyor. Avukat olduğum kadar mafya karısıyım da. Gidip kocamı ve dostlarımı polise şikayet edecek hâlim yok elbet.



Beni büroya bırakıp işlerinin olduklarını söylediler. Büroda hazırlamam gereken birkaç dava olduğu için bunu kabul ettim. Biraz dinlenip, odama kahve istedikten sonra, ilk dosyamı açtım. Zeynep Atasoy. Kendisi bir katil. Gece evinin önünde Nail güven adlı kişiyi öldürmüş ve bir cinayet işlemiş. Balistik  inceleme sonucu; Nail güvenin, Zeynep Atasoy’un odasında bulundurduğu silah ile öldürüldüğü ortaya çıkmış. Benden istediği ise mahkemede “ölmüş eşinin evde bulundurduğu sabıkalı, ruhsatsız silah ile işlenen bir cinayet olduğu, asıl katilin kendisinin olmadığı,o gece evine yüzü belli olmayan bir şahıs girip silahı aldığını, ve büyük ihtimalle Nail güvenin, Zeynep Atasoy’un eşinin silahı ile intihar ettiğini savunmam. Mesleğim gereği çoğu zaman yalan söyleyip, suçluyu savunmam gerekebiliyordu. İlk başlarda bu durum beni içten içe rahatsız etse de, artık alışmıştım. İnsanın, hayatta yaşayıp da alışamayacağı hiçbir şey yok. Zeynep Atasoy’un numarasını bulup, birkaç birşey sormak istedim. Numarasını bulmam çok da zor olmadı.

“Merhaba Zeynep hanım. Ben avukatınız Asel yılmaz.”

“Merhabalar hanımefendi”

“Mahkeme tarihine çok az bir zaman kalmış. İstediğiniz sonuca ulaşabilmemiz adına büroma gelebilir misiniz? Birkaç ayrıntıyı konuşalım.”

“Tabii oraya yakınım şuan. 10 dakikaya gelirim.”

“tamamdır hoşça kalın”



Avukat olduğumdan beri, katillerle yüzleşmek, üstüne üstlük onları savunmak, beni hep ürkütmüştür. Fakat ben bunları göze olarak senelerimi harcadım bu iş için. Elbette her meslekte olduğu gibi, bu meslekte de zorluklar var.

Dediği gibi tam 10 dakika sonra kapı tıklatıldı ve içeri bir kadın girdi. Sesinden de anladığım gibi, somurtkan bir kadına benziyordu. Böyle insanlarla konuşurken içim daralıyordu.

“Hoş geldiniz. Zeynep hanım değil mi?”

“hoş buldum evet benim avukat hanım.”

“yüz yüze konuşup bazı şeyleri halletmemiz gerekiyordu bu yüzden sizi buraya çağırdım”

“haklısınız...”

“Zeynep hanım, öncelikle sizden tek birşey isteyeceğim.  Bana karşı dürüst olun, ve bana güvenin. Şuan sizinle bir iş birliği içerisindeyiz. Sizi savunmam gerekiyor, mesleğim bu. Olayı bana baştan sona, her detayı ile anlatır mısınız? Buna göre kendimize bir yol çizip plan kuracağız”

Zeynep hanım bir iç çekti, birkaç saniye gözlerimin içine bakıp, güvenilirliğimi sorguladı. Sonrasında konuşmaya başladı.


“Eşim Rıza Atasoy, Nail güven tarafından gözümün önünde öldürüldü. Öldürme sebebi ise bana aşık olmasıydı. Eşimi öldürmeden önce sürekli sabahları evime geliyor, bana yaklaşmaya çalışıyordu. Sanırım eşim ölünce, ona yüz vereceğimi sandı ve eşimi bıçakladı. Cinayeti işlediği bıçağı olay yerinde bırakmayıp, yanına aldığı için kimseye hiç bir şey söyleyemedim. Çünkü o bıçağı yok edecekti. Ve oturduğum bölgede hiçbir kamera yoktu. Eğer ihbar etseydim, cinayeti işleyen kişinin ben olduğum düşünülecekti. O gece... Rıza öldükten 2 gece sonra, tekrar yanıma geldi. Evin anahtarını kapının üzerinde unutmuşum. Ve bir anda arkamdan gelip gövdeme sarıldı, beni öpmeye çalıştı. Biraz cilve yaptım ve burada bekle lavaboya gidip geldikten sonra devam ederiz, dedim. Eğer böyle yapmasaydım elinden kurtulamazdım. İçeride Rızanın ruhsatsız bir silahı vardı. Onu aldım ve dışarı koştum. Etrafta yardım isteyebileceğim kimse yoktu. Onu dışarı çıkarıp öldürmekten başka çarem kalmamıştı. Büyük bir çığlık attım ve koşarak dışarı çıkmasını sağladım. Merdivenlerden aşağı inerken namluyu çektim ve silahı bedenine hizaladım. Ardından 2 kez ateş ettim.”



Devam edebilecek hâlde değildi. Bunu gözlerimle görüyordum. Kafasını iki yana sallamaya başladı, elleri titriyordu gözlerinden yaşlar damla damla düşüyordu. Zeynep Atasoy katil değildi. O sadece nefsi müdafaa yapmıştı. Fakat elimizde Nail güvenin istenmediği halde Zeynep hanıma yaklaştığına dair hiç bir delil yoktu.  Zeynep Hanım’ın sadece kendini korumaya çalıştığını ve Nail güveni öldürmek zorunda kaldığını öne süremezdim. Buna dair elimde bir kanıt yoktu ve hâkimin buna inanma oranı çok düşüktü. İnanmaz ise adam öldürme suçundan 25-30 sene hapis yatabilirdi.



Önce Zeynep hanımı sakinleştirdim, ve sonra onun bir suçu olmadığını, sadece kendini korumaya çalıştığını anlattım. Az da olsa sakinleştikten sonra bir plan düşünmeye başladım.

En mantıklı olan plan; Mahkemede, Nail güvenin, Zeynep Atasoy’a takıntılı bir psikopat olduğunu, o gece evine gidip aşkını dile getirdiğini, fakat aşkına yanıt alamayınca intihar ettiğini söyleyecektim.



Zeynep hanımı daha fazla yormak istemediğim için, “başka konuşacak bir şeyiniz yoksa  eve gidip dinlenebilirsiniz” dedim. Teşekkür ettikten sonra kalktı ve kapıdan çıktı. Resmen bir beyin fırtınası yaşamıştım az önce.



Bugün çok yorulduğumu düşünüp, eve geçmeye karar verdim. Çantamı alıp, arabaya indim. Ev, büroya çok uzak değildi. 7-8 dakikalık bir mesafe vardı, ancak iş çıkış saati olduğu için biraz trafiğe yakalandım. Bu durumdan rahatsız değildim çünkü arabamı çok seviyordum. Yol boyu şarkı dinledim ve nihayetinde eve vardım. Anahtarı kapının deliğine sokup, çevirdim ve eve girdim. Çantamı ve ceketimi bir kenara fırlatıp üstümü değiştikten sonra, saçımı ev topuzu yapıp oturma odasının kapısına yöneldim. Bugünü film günü ilan etmiştim. Kapının kolunu aşağı indirdim, ve gördüğüm manzara karşısında şok oldum.



Aras masanın üzerinde bağdaş kurmuş oturuyordu, ağzında bir düdük vardı ve onu öttürüyordu. Polat ve Kaan koltukların kenarında konfeti patlatmaya çalışıyordu. Ve Efe... O her zamanki gibi bana aşkla bakıyor, elinde de bir pasta tutuyordu. İşte o an dank etti aklıma, bugün 20 Ekim. Efe ile kutlayacağım ilk doğum günüm.  Gözlerimizle 1 kare fotoğraf çekebilme şansımız olsaydı, eminim bu ânı çekerdim. Gözlerindeki o heyecanı hiç bir şeye değişmezdim. Böyle bir durumda ne yapılır bilmiyordum, çünkü bana hayatımda ilk defa doğum günü sürprizi yapılıyordu. Bugün ilklerin günü olmalıydı. Çünkü Asel Yılmaz ilk defa mutluluktan ağlıyordu. 



Hepsine sırayla sarılıp teşekkür ettikten sonra, Efe lafa atıldı.

“Eee ağlama faslınız bittiyse hediye zamanı gelebilir mi artık Asoş hanım?” dedi. Kafamı onaylayan bir şekilde salladım ve Efe mokitacıklara gözleriyle onay verdi. Hepsi teker teker hediyelerini getirdiler. Polat bir kol saati almıştı. Oldukça şık görünüyordu. Kaan zarif bir kolye hediye etmişti. Ve Aras. Onun  hediyesi hepsinden farklı olacaktı. Buna adım kadar emindim. Kutuyu açar açmaz kutudan bir şey fırladı ve odada “Mokita” diye bağırarak koşmaya başladı. Bu oyuncak bir sincaptı. En sevdiğim hayvanı böyle güzel bir şekilde tasarlatmıştı. Gerçekten bu çocuğu çok seviyorum.



Ardından Efeyle göz göze geldik. “Eee sıra bize de geldiyse artık hediyeni alabilirsin, yalnız benimki biraz manevi bir hediye baştan söyleyeyim” dedi ve elimden tutup, beni misafir odasına götürdü. Ardından gözlerimin içine bakıp “Hediyen bu odanın içinde, umarım odadan çıktığında yüzün güler bir şekilde çıkarsın hayatım” dedi. Şüphe bile etmeden içeri daldım. Girdiğim anda kapının üzerinden, kafama kaynar sular döküldü. En azından ben öyle hissediyordum. Yüzümde, az önceden kalan gülümseme git gide kayboluyordu. Kalbim sıkışıyor, nefes almakta zorlanıyordum. Yutkunmaya çalışıyordum fakat boğazıma bir yumru oturmuştu. Çünkü o tam karşımda duruyordu.

Arda Yılmaz buradaydı.



Devam edecek...




You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: May 13 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

İLTİCAWhere stories live. Discover now