39.Bölüm

212 29 53
                                    

Enes'den

Süleyman Amca'yı son görüşümdü o gün... Kan Usta ile kelimelerle değil de sessizce gözleriyle anlaşmışlardı. Nerden tanışık olduklarına anlam veremedim. Neler olup bittiğini de bilmiyordum. Yanlarında çok kısa kaldım. Kaçarcasına uzaklaştım ordan.

Neydi beni böyle yapan bilmiyorum. Sanırım çok yorulmuştum. Kendimi sıcacık bir yuvanın içinde hayal etmek ve bu hayalin gün geçtikçe gerçekleşmesi imkansız bir hâle dönüşmesiydi belki de beni bu denli yoran...

İşte şimdi ardımda tüm sevdiklerimi ve hatta beni sevenleri de bırakıp gidiyorum. Alper'e bile haber vermedim. Vedaları sevmem, vedalar soğuk gelir bana. Kavuşmaları hayal ettiğimden mi bilinmez...

Öyle işte ben Enes. Sadece Enes. Bir Soyadım yok benim. Adımın Enes olduğu bile meçhul...

Otobüsle gideceğim. Uzun, upuzun bir yolculuk olacak benim ki. Adres mi Erzurum.

Otogarda ki kalabalığı görünce oldukça şaşırdım. Sonra birbirine sarılan insanlar, değdi gözüme. Yüzlerinde ki tebessümler, sevinçten ağlamaları... Bavulu kim taşıyacak atışması. Oysa ben yalnız, yapayalnız gidiyordum burdan. Elimde bavul bile yoktu, küçük bir çantaydı yanımda götürdüğüm sadece.

Buruk bir tebessümle izlemeye başladım bu kez insanları... Kulaklarıma dolan uğultu, uğultunun ardında ki hasret, vuslat ve özlemleri taa içime  kadar işledi.

Durdum. Kalakaldım olduğum yerde, bir süre. İçime işlenen o uğultuya teslim ettim kendimi. O an farkettim bacağımdan birinin beni çekiştirdiğini. Kendime geldiğimde gördüm onu. O çocuğu...

" Mehmet!"

" Ah be abi sen daha da yara almışsın. Kaç saattir sana sesleniyorum." dediğinde şaşırdım önce. Bu çocuk beni nasıl buldu? Ve daha da önemlisi her seferinde hâlimden böylesine nasıl anlıyor?

" Duymamışım, nasılsın Mehmet? Ne yapıyorsun burda?"

" Elhamdülillah iyiyim Abi, nasibimi arıyorum her zaman ki gibi. Asıl seni sormalı?" diyen Mehmet'e hüzünlü gözlerle baktım.

" Gidiyorum burdan. İyi oldu karşılaştığımız, Kendine çok dikkat et Mehmet."

Verdiğim cevap onu pek tatmin etmişe benzemiyordu. Elinde yine yara bantları vardı. Başını okşadım. Demiştim ya vedaları sevmem, Mehmet'i görmek bana ağır gelmişti. Dolan gözlerimi saklamaya çalışarak
" Allaha emanet ol." dedim.

" Sende Allaha emanet ol Abi. " dediğinde elinde ki yara bantlarından birkaç tane uzattı bana.

" Al bunları, ihtiyacın olacak. Sen yaranı da yanında götürüyorsun. "

Doğruydu. Yaramı da yanımda götürüyordum. Bu sefer yanımda Merhem'im bile yoktu.

" Sağol." dedim elinden yara bantlarını alırken. Buruk bir tebessümle baktı bana ve şöyle söyledi.

" Unutma, Abi.. Şemsin dediği gibi, Kaderden kaçamazsın, kaçışta kaderdir."

Ben o esnada  cüzdanımı çıkarmaya çalışıyordum. Aldığım yara bantlarının parasını ödeyecektim. Oysa Mehmet son sözünü söyleyip çoktan gitmişti.

Unutma!!!

Kaçışta, Kaderdir...

***

Ebrar, Enes'in uyanmasını dört gözle beklemişti. Ve nihayet uyanmıştı. Enes'in taburcu işlemleri olana kadar hastaneden ayrılmamıştı. Geçmiş olsundan öteye gitmeyen muhabbetleri ve anlayamadığı yabancılık hissi onu üzse de birşey demedi. Enes'in içinde bulunduğu durumu anlamaya çalıştı.

RAHNÜMÂ Where stories live. Discover now