Klanın gökyüzüne yükselen surlarının aşağısında ilerlerken, sessizlik etrafımızı sarmaya devam ediyor, adeta her adımımızla daha da yoğunlaşıyordu. Ancak bu sessizliği, kaleden yankılanan borazan sesi kesti ve kale kapıları bize açıldı. Melek, atını hızla sürerek öne geçerken toprağın altında hızlıca kayıyormuş gibi hissettirdi. Emir'de onun hemen arkasında güçlü bir rüzgar gibi ilerliyordu. İkisi önden giderek kaleye girip gözden kaybolmuştu. Arkalarındaki toz bulutuna bakarken iç geçirdim.

Dougal savaşçılardan birini yanımıza çağırdığında ilgim ona dönmüştü. Yanına gelen savaşçı "buyur reis" dediğinde Dougal, "Hüseyin'i bulup bahçeye getir" demişti tok bir tınıda. Savaşçı başını bir kez eğerek atını hızlandırıp surların içerisine doğru hızla gözden kayboldu.

Geniş sur kapısının büyükçe açılmasıyla birlikte, Rob'un siluetini de fark ettim; bizi bekliyordu. Yokluğumuzda klanın sorumluluğunu üstlenmiş olsa da, her zaman olduğu gibi onu görünce içimde hâlâ bir rahatlama hissi yoktu. Bir sorun çözülmeden yerine yenisi ekleniyordu.

Kapıya geldiğimizde şehzadenin bakışlarını tekrar üzerimde hissederek ona döndüm. Bir bana bir Dougal'a bakarak sessizce izin alıyordu. Dougal'ın eliyle kaleyi işaret etmesiyle, şehzade adamlarına kısa bir baş işareti yaptı ve hepsi önden içeriye yol aldılar. Rob, çatık kaşlarla gelenlere bakarken ardından hızla bakışlarını bana çevirmişti neler olduğunu anlamak ister gibi. Bakışlarımdan ruh halimi çözmüş olacak ki meraklı ifadesi daha da büyüyerek farkında olmadan bana doğru bir adım attı. Dougal'ın atı ilerletmesiyle Rob'un yanına yol alırken hızla ilerleyip tam önünde durduk.

"Neler oluyor diye sormayacağım bile..." Rob'un imâlı konuşmasıyla Dougal "Ewan ve Arthur nasıl?" diye sordu ve atımızdan hızla aşağıya indi.

"Arthur uyandı, Ewan'da uyanıp tekrar uyudu, ikisi de iyi. Sadece nöbetçilerden birinin durumu kötü. Max de gayet kendinde ancak çok afallamış." Rahat bir nefes verirken bahçede atlarını durdurmuş ve hâlâ atlarından inmeden bekleyen şehzade ve adamlarına döndüm.

"Bunlarla yolda mı karşılaştınız?" Rob'un sorusuyla kafamı iki yana sallayarak, "uzun bir gece olacak" dedim ve meraklı bakışlarla Rob'u ardımda bırakarak atı ahırlara yürüttüm.

***

Hayatımda çok uzun günler geçirmiştim ancak bu bana en uzun geleniydi. Sonunda evime gelebilmiştim. Bahçede atlardan indiğimizde Dougal sanki hiç yorgun değilmiş gibi şehzadenin yanına yürümüş ve beklemelerini söylemişti. Attan inerken Rob'un yanıma gelip uzattığı elini tuttuğumda ikimiz yalnızdık, yine de ileride ki şehzadenin bakışlarının ağırlığı altındaydım.

"Emir'in nesi vardı neler oldu?" Emir'de ki problemi Rob bile farkettiyse işim sıkıntı gibi duruyordu.

"Nöbetçilerle Ewan'ları alıkoyanlar Lord Alex'miş" dedim konuya direkt dalarak yürümeye başlarken. Rob, benimle birlikte kale binasına doğru ilerlerken, binanın önünde savaşçıların eşliği altında Dougal, Şehzade Ali ve Zack beklemeye devam ediyordu. Hiçbiri konuşmuyordu. Rob bir an tökezleyip dururken eli belindeki kılıca gitti.

"Aynı zamanda Lord Alex," dedim derin bir nefes alarak karşıda bekleyen şehzadeyi kafamla işaret ettim. "Şehzade Ali" dediğimde kafamı çevirip Rob'un gözlerine baktım. Sanırım o da Emir ve Dougal gibi kırılacaktı bana.

"Esma'nın bu bilgiyi asla öğrenmemesi gerek" diye hızla devam ederken Rob bir elini kaldırıp beni susturdu. İkimiz de yürümeyi kesmiş birbirimize bakıyorduk. Rob kafasını arada onlardan tarafa çevirip şehzadeyle göz göze geliyor olmalıydı çünkü onun bakışları hâlâ üzerimdeydi. Bir an önce benim gibi o da yalnız konuşmak istiyordu. Ancak Dougal'ın da dediği gibi ilk önce Hüseyin'lerle konuşmalarını istiyordum. Kendime zaman yaratıyordum.

TUĞRA [İNVERNESS 1]Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum