10 | KOCA BİR BOŞLUK

43 10 18
                                    

- Yazarın anlatımıyla -

Evin kapısının açıldığını duyan Ömer babasının geldiğini anladı. Eve normalinden daha geç geldiği için endişeyle odasından çıktı ve koridorda öylece dikilen babasına baktı. Neden kımıldamıyordu?

Babasının halinde bir tuhaflık olduğunu anlayıp yanına yaklaşmaya başladı. "Baba..." diye seslendi fakat babası onu duymazdan gelip yüzüne bile bakmadan kendi kendine bir şeyler mırıldanmaya başladı.

Babasının omzuna dokunup kaygıyla yüzüne baktığında karşısında duran adamın yüzündeki sersem ve yorgun ifadeyi gördü. O an burnuna gelen kötü kokuyla yüzünü buruşturdu. Babası içki kokuyordu, bu fazlasıyla tiksindiriciydi.

"Baba... Sen içtin mi?" diye sordu babasının omuzunu hafifçe dürterek.

Babasının sarhoşluğuna ilk defa şahit olmuyordu, ama bu sefer bir farklılık vardı. Karşısında içkili bir halde duran bu adam ilk defa bu kadar bitik ve bitap düşmüş gözüküyordu.

"Aah belayı... belamı verdi..."

Babası sanki dili uyuşmuş gibi kelimeleri anlaşılır bir şekilde telaffuz edemiyordu. Ömer onu anlamaya çalışarak ona daha çok yaklaştığında beklemediği bir anda geriye doğru itildi.

Karşısındaki, öfkeden sesli soluklar almaya başlamış olan, kararmış çehresiyle kendi öz oğluna nefret dolu bakışlar atan babasına baktı. Onun o bakışlarına maruz kalmak Ömer'in kalbine bir ok gibi saplanmıştı.

"Baba..." Acıyla yutkundu. "İyi misin?"

Ömer'in babasıyla arasındaki ilişki her zaman çok soğuktu. Aynı evde yaşamalarına rağmen, mecburen bir evi paylaşmaları gerektiği için, sanki bir anlaşma imzalamış gibi birbirleriyle muhatap dahi olmamaya çalışıyorlardı.

Arada sırada Ömer de seviniyordu tabii, babasının onun yüzüne samimice gülümsemesine veya ona içtenlikle oğlum demesine. Kim sevinmezdi ki buna? Bir erkek çocuğu da olsa, herkes gibi onun da ilgiye ve sevgiye ihtiyacı vardı. Bu ihtiyacını gidermeye senelerdir muhtaçtı Ömer. Yalnızlığa ve karanlığa tok, yakınlığa ve aydınlığa son derece açtı.

"Allah belamı verdi! Benim belam sensin!"

Babası ani bir sinirle oğlunun üstüne yürümeye başladı ve bir hışımla onu omuzlarından kavrayarak arkaya doğru itti. Ömer'in sırtı soğuk ve sert duvarla buluşunca hala şaşkın bir şekilde babasına bakıyordu.

Kendisine pek de yabancı olmayan öfke ve hiddet duygusu, şu an babasını da ele geçirmiş, onu patlamaya zorluyordu. İkisi de sanki bir uçurumun kenarına yaklaşmış gibi, tedirginlikle birbirlerine bakıyorlardı.

Ömer içindeki burukluk hariç hiç bir şey hissetmezken, elinden geldiğince sakin kalmaya çalışarak, "Ben sana bela mıyım, baba? Seni zora sokacak, seni mutsuz edecek ne yaptım bugüne kadar?!" diye sordu sesini sonlara doğru biraz yükselterek.

Karşısındaki adam oğlunun sesini yükseltmesine daha çok öfkelenip hırlarcasına konuşmaya başladı. Adeta küfürler sayıyordu kendi evladına, küfürden daha beter olan sözleri sıraya diziyordu.

"Senin... o or*spu anan... o nankör cahil kadın... seni de beni de bırakıp gitti! İkimizi de umursamadı, terk etti, gitti! Ve sen... sen bana ondan kalan bir belasın sadece. Onun oğlusun. O or*spunun çocuğusun!"

Ömer yutkunamadı. Duydukları karşısında tepkisiz bir şekilde babasını izliyordu. Onun o tükürürcesine yüzüne vurduğu gerçekleri sindirmeye çalışıyordu.

Babası Ömer'in gözünde sadece ama sadece haklıydı. Annesi hakkında söyledikleri Ömer'in yaralı kalbini paramparça etse de, annesini savunmuyordu, savunamıyordu.

KARŞI KARŞIYAWhere stories live. Discover now