2 | OKUL GEZİSİ

115 22 144
                                    

Şubat

Annemin yanaklarından süzülen gözyaşlarını fark edince boğazımda acı veren bir yumru hissettim. Annemin bu duygusallığı bana da bulaşacaktı. Şu an bütün bu insanların önünde ağlayıp, kızarmış gözler ve yanaklarla otobüse binmek istemiyordum.

"Anne niye ağlıyorsun?" diye sordum gözlerimi birkaç kez arka arkaya kırpıştırırken. Gözlerimin dolmasına izin veremezdim.

"Kendine iyi bak kızım, tamam mı? Dikkat et. Sıkı sıkı giyin, sakın üşütme. Öğretmenlerinin sözünden de sakın çıkma." dedi titreyen sesiyle. Sessizce ofladım. Bunu kaçıncı defa tekrarlıyordu.

Altı günlüğüne okulla birlikte Avusturya'nın Alp dağlarına gidecektik. İlk defa gitmiyordum. Ortaokulda gittiğimiz gibi lisenin birinci sınıfında da Alp dağlarına gidip kayak dersleri alacaktık. Kayak yapmayı seviyordum, bu yüzden zamanın çok hızlı geçeceğinden emindim.

Annem cebinden bir mendil çıkarıp ıslak gözlerini ve burnunu sildi. Babam da bıkkınlıkla anneme bakıyordu. "Kızım, sen anneni boş ver. Biraz abarttı. Sanki başına kötü bir kaza gelecek."

Annemin kaşları anında çatıldı. Öfkeyle babama baktı. "Belayı anma Efraim! Ya bir kaza olursa... Allah'ım! İçimde niyeyse kötü bir his var. Acaba öğretmenlerle konuşup, Alya'yı göndermekten vazgeçtiğimizi mi söylesek?"

"Hayır anne! Gerçekten abartıyorsun! Hiçbir şey olmaz, merak etme. Hem zaten çok geç. Yarım saat sonra otobüs kalkacak, neyden vazgeçiyorsunuz?" dedim annemi sakin kalmaya ikna etmeye çalışarak.

Birden yüzüme çarpan sert bir şeyle gözlerimi kapattım. "Al şunu!" deyip poşeti üzerime fırlatan abime baktım. Son anda poşeti tutabilmiştim.

"Kaan, ne yapıyorsun oğlum? Öyle mi verilir?" diye azarladı annem abimi. Abim annemi umursamadan poşete işaret etti. "Ne bulduysam aldım. Simit, çikolata, ice tea falan." Başımı salladım ve teşekkür ettim.

"ALLE SCHÜLER BITTE HIER HER!" (BÜTÜN ÖĞRENCİLER LÜTFEN BU TARAFA!) diye seslendi otobüsün önünde duran gezi sorumlusu öğretmen.

Babam yanındaki valizimi bana verdi. Son kez onlara sarılıp veda ettikten sonra valizim ve sırt çantamla beraber arkamı dönüp öğrencilerin toplandığı yere doğru yürüdüm. Annemin arkamdan ağlamaya devam etmesi beni huzursuz ediyordu ama bunu fazla kafama takmamaya çalıştım.

"Allah'a emanet ol kızım! Vardığınızda bize de haber et!"

Yutkundum. Ağlamak istemiyordum.



Hiç düşünmeden en öndeki ikili koltuklardan birine oturdum. Yanıma kimsenin gelmeyeceğini biliyordum. En önde kim oturmak isterdi ki? Tüm öğrenciler en arka sıralara koşup öğretmenin onları göremeyeceği en rahat yerleri kapmak için yarışıyorlardı.

Birkaç saat tek başıma oturacaktım sadece, bu yolculuğa dayanabilirdim. O kadar da zor olamazdı. Sırt çantamı yanımdaki boş koltuğa bıraktım ve montumu da çıkarıp kenara koydum.

Müzik dinleyip camdan dışarıya baksam, ya da telefonumdan bir şeyler izlesem meşgul gözükürdüm. Yalnız takıldığım için canımın sıkıldığını veya üzgün olduğumu düşünmezlerdi. Ya da öyle mi düşünüyorlardı? Belki de bana acıyorlardı, arkadaşım olmadığı için? Belki de dışardan itici birine benziyordum. Bu yüzden kimse benimle takılmak veya konuşmak istemiyordu.

Birkaç saat geçti. Varmamıza ne kadar kaldığını bilmiyordum çünkü kulaklığımı hiç çıkarmamıştım ve konuşulanları duymuyordum. Sanki kulaklıklarım takılıyken kendi etrafıma duvarlar örüyor, etrafımda olup bitenleri görmüyordum. Kendi güvenli alanımı oluşturuyordum. Rahat ve güvende hissettiriyordu.

Birdenbire yanımda bir şeylerin hareket ettiğini anladığımda hızla başımı çevirdim. Sınıfımdan olan Kürt çocuk, Yunus, yan koltuğumdaki çantamı almış sinirle bana uzatıyordu. Kulaklıklarımı çıkardım ve ne yaptığını anlayamadığımı belli ederek yüzüne baktım.

"Çantanı al. Buraya oturmam gerekiyor." dedi kaba bir şekilde. Hala ne olduğunu çözememiştim, ama dediğini yaptım ve çantamı alıp ayaklarımın önüne koydum.

"Neden yanıma oturuyorsun?" diye sordum şaşkın bir ses tonuyla. "Ceza aldım." dedi ve oflaya puflaya yanıma yerleşti.

Ardından yanımıza gelip bir Yunus'a bir bana bakan beden eğitimi öğretmenimize, Bayan Lechner'a baktım. "Ja, es war auch genug, oder? Jetzt bleibst du ganz vorne bis wir im Hotel ankommen." (Evet, yeterliydi değil mi? Şimdi otele varana kadar ön tarafta kalacaksın.)

"Ja ja..." (Evet evet...) diye mırıldandı ve öğretmen arkasını döner dönmez gözlerini devirdi. "Gavur karısı" diye arkasından sövdükten sonra dönüp bana baktı. "Türk olduğunu biliyorum da, adın neydi senin?" diye sordu.

Kaşlarımı kaldırdım. Ben onun ismini biliyordum, o benimkini neden hatırlamıyordu? Gerçekten sınıftaki kimsenin umrunda değildim. "Alya." diye cevap verdim. "Nerelisin?"

"Sakarya. Sen?"

"Urfa."

Sustuk. Birinin benimle konuşması beni içten içe mutlu etse de, aynı zamanda bundan biraz rahatsızlık duyuyordum. Şaşkın bir şekilde ellerimle oynuyordum. Şimdi kulaklığımı takıp yanımda kimse yokmuş gibi davransam ayıp etmiş olur muydum? Üzülür müydü?

Ama Yunus hiç umursamadan telefonunu eline aldı ve kendi kendine oyalanmaya başladı. Beni takmadığını anladığım an bende kulaklıklarımı taktım ve tekrardan kendi dünyamın duvarları arasına girdim.



Sekiz kız bir odaya yerleştik. Otel odası çok büyüktü ve bu yüzden 1A sınıfının geziye katılan kız öğrencileri olarak bu odaya sığmıştık. Odanın içinde dört ranza yatak, her yatağın başında iki kişilik küçük bir dolap vardı. Ama sekiz kız bir banyo paylaşmamız gerekiyordu. Bunu ne kadar iğrenç bulsam da yapacak hiçbir şey yoktu.

Gezi sorumlusu öğretmenin odalara dağılmadan önce yaptığı konuşmadan sonra odamıza çıkıp hızlıca yerleştik ve kayak kıyafetlerimizi giyinip aşağı indik.

Dilara'yla aynı ranzayı paylaşacağım için mutluydum. Çünkü benden fazla sınıftaki Arnavut kızı Vanesa ile anlaştığı için, ranzasını da onunla paylaşır diye düşünmüştüm.

Aşağı inip yemekhanede karnımızı doyurduktan sonra otelden çıktık. Otobüsle ilk önce kayak takımlarını ödünç aldığımız yere ardından doğruca kayak merkezine gittik.

Daha önceden beden eğitimi öğretmeni tarafından ayırıldığımız derecelere göre toplam üç sınıf karışık bir şekilde dört gruba ayrıldık. Yeni başlayanlar, iyi olanlar ve çok iyi olanlar. İyi olanlar çok fazla olduğu için onlar da iki gruba ayrıldı.

İyi olanların gruplarından birine düşmüştüm. Ama benim düştüğüm grupta sadece iki kişi sınıfımdandı ve onlarla bir kez bile bir konuşmuşluğum olmamıştı. Bu moralimi çok bozmuştu.

Bunu fazla kafaya takmamaya çalıştım ve kendi kendime eğlenebileceğimi düşündüm. Belki de yeni biriyle tanışırdım, kim bilir, belki bir arkadaş edinirdim.



Kimseyle konuşmadım, tanışmadım. Arkadaş da edinemedim. İlk günün sonunda yorgun ve bitkin bir şekilde odalarımıza dağılırken üzgünce bunları düşünüyordum.

Niye? Niye yalnızım? Niye arkadaşım yok? Ben niye böyle hissediyorum? Neden yalnız takılmak beni bu kadar üzüyor? Neden bir başıma olmak benim bu kadar zoruma gidiyor? Acaba fazla mı abartıyordum bu olayı? Bu yüzden mi olmuyordu?



...



Alya'yı anlayabilen var mı?

Biraz da kendi ergenlik dönemimi anlatmış oldum... 🙂

O günlere geri dönmek istemezdim.

KARŞI KARŞIYAWhere stories live. Discover now