I - XI.Bölüm

29 4 16
                                    

ESPRUA

Lunteza Şehri/Eski Kale

Sonbahar, 1180

Rüzgar en büyük ağaçları bile cılız bir fidan gibi titretiyor ve dallarında asılı kalan kızıl-kahve tonlarındaki son yaprakları da birer birer düşürmesine sebep oluyordu. Hırçın bir öfkeyle kalenin pencerelerini döven rüzgar, odalardan içeriye doğru uğultu şeklinde ilerliyordu. Huzur dolu sessizliği bir kılıç darbesiyle yaran rüzgar, korku dolu bir çığlık gibi uğradığı her odada huzursuz bir his bırakıyordu. Jessie, ensesinde hissettiği ani bir esintiyle ürperdi. Daha sonra ahşap beşiğin içerisinde uyuyan küçük oğlunun masum yüzüne sevgiyle baktı. Kar kadar beyaz teni yüzünden hastalıklı olduğu düşünülüyordu, ancak kendisi biliyordu ki oğlu sağlıklıydı ve yaşamaya devam edecekti. O büyüyecek ve en az babası kadar güçlü bir adam olacaktı. Buna inanıyordu. Sadece inanmak istediği için değil, bir anne olarak içgüdüsel bir şekilde yürekten hissediyordu. Onun yaşama olan bağlılığına fazlasıyla güveniyor ve geleceğini hayal etmekten geri kalmıyordu.

Rogien Esprua yedi aylık doğduğu için oldukça zayıf ve küçük bir bebekti. Doğumuna yardımcı olan ebeler üç gün bile hayatta kalamaz derken, Rogien hayata sıkı sıkıya tutunmuş ve herkesi şaşırtmıştı. O, iki büyük dedesinin adını taşıyor ve iki özel ailenin kanını minik bedeninde barındırıyordu. Bu sebeple tamı tamına iki aydır yaşam savaşı veriyor ve yavaş yavaş büyümeye başlıyordu.

Rover Largien Esprua namı diğer Rogien Esprua, ailenin en küçük savaşçısı olarak dünyaya gelmiş ve babasının yüzünü en sonunda güldürmeyi başaran kişi olmuştu.

"Erestor seninle gurur duyacak," dedi Jessie, gülümseyerek oğlunu izlerken. Kafasında yer alan bir tutam sarı saçı parmaklarının ucuyla nazikçe sevdi. Bebeğinin kaşları ve kirpikleri tam olarak uzamamıştı, ancak az da olsa sarı tüyler kendisini belli ediyordu. Jessie şimdiden onun babasına benzeyeceğini ve ileride nasıl görüneceğini hayal edebiliyordu. Oğlu tipik bir Esprua görünüşüne sahip olacaktı. Westin soyundan ona geçen tek şey ise onu yaşama bağlayan o muhteşem inadıydı. Jessie bebeğinin her bir zerresine hayranlıkla bakmayı sürdürürken yeniden üşüdüğünü hissetti ve huzursuzca ürperdi. Bebeğinin üzerini iyice örttükten sonra sönmeye yüz tutmuş şömineye odun attı ve demir çubukla korları karıştırdı. Odun yavaş yavaş tutuşmaya başlarken, sırtına attığı kalın kadife pelerinine sarılarak odada bulunan pencerenin önüne doğru ilerledi. Bakışlarını gökyüzüne çevirdiği sırada kendisini gri bulutlar karşıladı. Gökyüzü son zamanlarda olduğu gibi yine gri bulutların egemenliği altına girmişti ve etrafa kasvet saçmaktaydı. Fakat bu kasvetli havalar Jessie'yi pek etkilemiyordu. Naxintalı biri olarak soğuğa ve koyu bir gökyüzüne fazlasıyla alışkındı. Onu huzursuz eden tek şey bir süredir sevdiği adamdan haber alamamasıydı.

Erestor yanlarından gideli neredeyse iki ay olmak üzereydi. Kendisine en son yirmi gün önce haber göndermiş ve başkente gitmesi gerektiğini yazmıştı. "Kız kardeşimin bana ihtiyacı var, sevgilim. Gitmek zorundayım." demişti mektubunda. Daha sonra sözlerine, "Onun geleceği adına endişe duyuyorum, Jessie. Korktuğumuz şey başımıza geliyor." diye devam etmişti. Erestor mektubunda açıkça yazmasa da babasının malum kararı onayladığını belirten cümleler kurmuş ve bu cümleleri okumak genç kadını tedirgin etmeye yetmişti.

Jessie aslında hayatı boyunca hiçbir şeyden korkmamıştı. Her şeye rağmen yaşadığı bu gizli aşk, bunun en iyi örneklerinden biriydi. Oğlu için asla yaşayamaz dediklerinde bile korkmamıştı, genç kadın. Fakat bu sefer içini büyük bir huzursuzluk duygusu kaplamıştı. Jessie ilk defa gerçek korkuyu tatmış ve birisi adına endişe duymanın ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetmişti. Belki de bu korkusu sevdiği insanın yanında olamamasından kaynaklanıyordu. Onu bütün kötülüklerden koruyup kollayamayacağını düşünmek ve ne olursa olsun yanında olamayacağını bilmek genç kadını tedirgin ediyordu.

KÜL VE KOR • Kraliyet UğrunaWhere stories live. Discover now