I - I.Bölüm

86 12 55
                                    

NAXİNTA

Başkent Bölgesi/Drona Şehri

Sonbahar, 1179

Doriax Targon oymalı ahşap kapının önünde omuzları düşmüş bir şekilde beklerken, "Liges, bana güç ver," diye mırıldandı. Tanrı Liges bir gün kendisine yardım edecekse şayet bugünden daha iyi bir gün olamaz diye düşünüyor ve kendisinden bir işaret bekliyordu.

Gerçi Doriax hiçbir zaman ilahi bir gücün varlığından emin olamamıştı ve herkes gibi bu konuyla ilgili içinde çözmeye çalıştığı bazı şeyler vardı ama şu anda o ilahi gücün kendisine sunacaklarına oldukça muhtaç olduğu da bir gerçekti. Çünkü her an arkasına bakmadan odasına gidebilir ve bütün bu tantanadan uzakta kendi kendine kalabilirdi. Doriax'ın bir kez daha o ölümlü havayı koklamaya cesareti yoktu. Ne zaman ölümlü bir havayı koklasa, o koku sanki üzerine siniyor ve bir lanet gibi gittiği her yerde kendisini takip ediyor ve en sevdiklerini eninde sonunda elinden alıyordu.

Doriax artık sevdiği bir kişiyi daha kaybetmek istemiyordu. Zaten bu hayatta da sevdiği sayılı insan kalmıştı.

Kendisine merakla bakan askerleri fark ettiğinde derin bir nefes aldı ve düşen omuzlarını dikleştirdi. Büyük kapının iki yanında bekleyen askerlere başıyla işaret verdikten sonra çift kanatlı ahşap kapı içeri doğru yavaşça açıldı. Kapının açılmasıyla birlikte koridora doğru kusmuk ve terle harmanlanmış olan yoğun bir ot kokusu yayılmaya başladı. İşte bu ölümün kokusuydu ve ölüm sanki prangalarından kurtulmuş bir köpek gibi herkese saldırıyor ve daha nice canları alabilmenin coşkusuyla insanların üzerine yapışıyordu.

Koridorda toplanan saray halkı ise bu kokuyu duyumsamalarıyla birlikte yüzlerini buruşturmaya ve öksürmeye başlamışlardı. Ellerini sanki bu ölümcül havayı dağıtmaya güçleri yetecekmiş gibi etrafta savururlarken, bir yandan da kendi aralarında fısıldaşmalar çoktan başlamıştı.

İnsanlar, Kral Aeric'in acınası halinden bahsetmeden edemiyor ve en kısa sürede bu durumunun son bulması için temennide bulunuyorlardı. Böylesine güçlü bir kralı bu halde görmek herkesi derinden üzüyor ve ruhunun bu dünyada daha fazla acıya katlanmaması için dualar ediyorlardı.

Prens Doriax, akbaba misali arkasına toplanan insanlara aldırmadan eşiğe doğru yürüdü ve başını odadan içeri doğru uzattı. Aylarca bu odada aynı kokuya maruz kalmıştı, ancak hala bu kokuya alışamamış ve ne zaman soluması gerekse midesi ağzına gelir olmuştu.

Boğazına dolan ekşi tadı güçlükle bastırmaya çalışırken, kasvetli ve oldukça karanlık olan odanın içerisinde hareket eden hekimleri zar zor seçebildi. Hekimler oradan oraya koşturuyor, Işık Elçisi ise elinde tuttuğu buhurdanlığı savurarak dualar mırıldanıyordu. Doriax bir an için odadan içeri girmek istemedi. Kendi odasına geri dönmek ve gelecek olan kötü haberi oradayken alma isteği zihnini bir anda ele geçiriverdi. Adımları hafif hafif gerilerken, arkasında kalan insanları fark ettiğindeyse, bıkkın bir tavırla yeniden eşikten içeri döndü.

Kral, son anlarında oğlunu yanında görmek istemiş ve onu yanına gelmesi için acilen çağırtmıştı. Bir evlat ve bir prens olarak bu çağrıya kayıtsız kalmak, Doriax'ın en son yapacağı şeyler sıralamasında bile yer alamazdı. O, her ne kadar babasıyla barışık olmasa da vicdansız bir insan değildi. Her ne yaşanmış olursa olsun, babasına her zaman saygı duymasını bilmiş ve hastalığı ortaya çıktığından beri ilgisini ondan esirgememişti. Çünkü o artık bu hastalıktan kurtulamazdı, bunu biliyordu. En azından son günlerini ona iyi yaşatmak istemiş ve muhtemelen bunda da bir hayli başarılı olmuştu. Yoksa babası neden kendisini çağırsın ki? Üstelik bu zamana kadar onu görmeye zar zor tahammül etmişken.

KÜL VE KOR • Kraliyet UğrunaWhere stories live. Discover now