"İyi uyudun mu leydim?" Salatalığı ağzıma atarken aşık olduğum bariton sesin sahibine çevirdim bakışlarımı. İşte dünden beri beni bırakmayan gülümsemem yine oluşmuştu. Gülümserken kafamı salladığımda Dougal'ın da benim gibi dudaklarının hâlâ kıvrık olmasıyla ağzımdaki salatalığı yavaş yavaş çiğnemeye başladım.

"Bugün seni bir yere götüreceğim" kısık sesiyle alt dudağımı ısırırken kırmızı yanaklarla masada gezdirdim bakışlarımı. Herkes hâlâ kendi halinde olsa da Emir'in kaçamak bakışları beni üzerimdeydi.

"Ne zaman?" Diye sordum Dougal'a tekrar bakmamaya çalışarak. Dişlerim sürekli meydandaydı ve ağzımı gerçekten kapatamıyordum.

"Tabağın bittiği an" dediğinde farkında olmadan hızlanmaya başladım. Belli etmemek için yavaş yavaş çiğniyormuş gibi yapsam da Dougal'ın derin nefes almaları yüzünden ağzımdakileri yutmakta zorla çekiyordum.

"Büyük Dougal iştahın bir anda açıldı sanırım?" Ewan'ın gülerek sorduğu soruyla bakışlarım hızla ona döndü. Ewan ile birlikte masada birkaç kişi gülmeye başlamıştı. Diğerleri de eliyle gülmelerini saklamaya çalışıyorlardı. Fısıldaşmamızı duymuş olamazlardı. Anlamaz bakışlarım Dougal'a döndüğünde,  diğerlerinin söyledikleri umurunda değilmiş gibi hızlı hızlı kahvaltısını yapmaya devam ediyordu.

"Kahvaltıma ne zaman başlayacağımı size mi sormalıyım?" Dougal'ın az öncekine göre sert çıkan sesiyle gülüşmeler daha da artınca Alanna ile tekrar göz göze geldik. O da diğerleri gibi gülümsüyordu ancak bu buruk bir gülümsemeydi. Gülümsemesini saklamaya çalışıyordu. Göz göze gelince boğazını temizleyip bedenini dikleştirdi ve yemeğine devam etti. Sanırım Nina ile olan muhabbetler yüzünden çok utanıyordu. Hafızası da yerine geldiyse kendini kahrediyor olmalıydı.

"Ben doydum" dedim tabağımı bitirip. Dougal sözlerim üzerine yavaşça ayağa kalktığında masadaki sesler kesilmişti.

"Leydim" diyerek elini uzattığında salondaki tüm bakışların üzerimizde olduğunu biliyordum. Dudağımı minik minik ısırmaya başlayarak kimsenin gözlerine bakmadan ayağa kalkıp uzattığı elini tuttum. Dougal'ın sıcak eli avuçlarıma dokunduğu an masada bir ooo nidası kopunca kimseye göz göze gelmemeye devam ettim. Dougal'ın hareketiyle ve teninin sıcaklığıyla birlikte kapıya doğru yürüdük. Savaşçılar bizim için kapıyı açıp arkamızdan kapattıkları an, henüz kapanmamış aralık kalan kapının ardında sevinç nidaları duyunca yüreğim resmen yerinde takla attı. 

Dougal'la konuşmadan el ele bahçeye yürürken, nöbet tutan ve yanımızdan geçen her insanın bakışları önce bize değiyor, ardından geri çekilip hızla tekrar bize dönüyordu. Hepsinin yüzünde şaşkınlık oluşuyor, bazılarının bu şaşkınlık mutluluğa bazılarının da hasete dönüşüyordu. Yüz ifadelerini okumak gerçekten çok kolaydı.

Tam karşıma bakmaya devam ederek ahırlara kadar ilerledik. Kaleden çıkacağımızı anladığım için Dougal'a bir şey sormamıştım ki o da bir şey söylemememişti. Atları daha önce hazırlattığı belli oluyordu. Dougal direkt Gölge'nin yanına giderken benim için açık kahverengi bir at hazırlatmıştı. Bu atı ilk defa görüyordum. Tüyleri o kadar parlak ve asil duruyordu ki atı gördüğüm ilk andan beri ona büyülenmiş gibi bakıyordum.

"Beğendin mi?" Enseme doğru çarpan nefesiyle Dougal tam arkama gelmişti. Kafamı sallarken hâlâ atın tüylerini izliyordum.

"Bayıldım. Bu at yeni mi?"

"Senin atın artık," dediğinde nefesi hâlâ  ensemdeydi.

"Gerçekten mi?" Derken arkamı dönüp Dougal'la burun buruna gelmiştim. Yüzünde yumuşak bir ifadeyle beni izliyordu.

TUĞRA [İNVERNESS 1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin