Suçlu Hazlar XXIII

487 43 29
                                    

Yeni bölüme 28 Oy diyelim... Bunu bir rica olarak algılayabilirsiniz. Sınırı geçtiğiniz gün bölüm sizindir, keyifli okumalar...





***

Umutsuzluğun kıyısında başlayan maceram, sersemliğin limanında bulmuştu kendini. Bir gün önce imkânsız gibi gözüken her şey, artık o kadar da amansız değildi. Bir şeyler değişmişti, o veya ben? Hangimizdi değişen? Değişmek mümkün müydü? Hayat değişiyordu, keskin bilgiler değişiyordu... Peki ya insanlar? İnsanların değişmeyeceğine inananlardandım. Yedisinde neyse yetmişinde de o olurdu, insanoğlu. Belki de hatalıydım, hatalı olmak eskisi kadar canımı yakmıyordu... Şimdi üzerimde lacivert bir elbise var, binlerce dolarlık. Peri kızlarını anlatan, güneşi tasvir eden taşları var. Fazla zarif, bir Karakum'a uygun. Aynadaki yansımam, esir tutulan bir kadına ait değil. Olacağımı düşündüğüm, sevgiyi bilen bir kadının yansımasıydı, aynadaki benliğim. Mat, ten rengi rujumu son bir kez sürmek için öne eğildiğimde, Cem de giyinme odasından çıkmıştı. Saatinin duruşunu düzelten bakışları, hafif öne eğilmiş bedenimi buldu. Karşılaştığı sahne hoşuna gitmemiş olmalı ki gözlerinin bedenime değmesiyle, kaşlarının çatılması aynı saniyelerde gerçekleşmişti. Ne giyeceğimi ona göstermemiştim zaten sormamıştı da. Son otuz altı saatte, bir haftalık esaretimin toplamından daha fazla beraber zaman geçirmiş ama hiç konuşmamıştık. Sürdüğüm rujun kapağını kapatıp, dudaklarımı birbirine bastırırken Cem de usul adımlarla olduğum yere yaklaşıyordu.

"Eğildiğinde, tanganı gördüm?" Dedi, sorgular bir şekilde.

"Bakmasaydın." Dedim, umursamaz bir tavırla. İhtiyacım olabilecek makyaj malzemelerini minik çantama koymaya başlamıştım. Davet süresince yerlere eğilip, bir şeyler toplayacak halim yoktu. Ayaktayken hiçbir yerim gözükmüyordu, yemek masasında da örtü olacaktı.

"Sen benim başıma bela almaya yemin ettin. Çünkü bunun başka bir açıklaması olamaz." Eli, aşağılarcasına elbisemi gösteriyordu.

"Yalnız aşağıladığın o elbise, beş bin dolarlık özel bir seriden. Düzgün konuşursak sevinirim." Kollarımı önümde kavuşturdum, bakışları bu sefer de kare yakadan hafifçe taşan göğüslerime düştü. Bu kadar öfkeli olmasaydı, sapıkça bir yorum yapacağından yüzde yüz emindim. Eli kanarken bile geri kalmayan adam, şimdi hiç kalmazdı.

Hoşuna gidiyor!

Diyen hormonal kalbimi göz ardı ettim. Beni esir etmiş adamı arzulayacak halim yoktu. Yoktu, değil mi?

"Çıkartırsan on katını veririm." Dediğinde, çocuk kandırır gibi bir hali vardı.

"İstemez. Ben, bu güzel bebeği giyeceğim ve sende sesini çıkartmayacaksın." Dedim, tatlı bir gülümsemeyle. Abartıyordu, buna benzer birçok elbise giymiştim ve hiçbirine laf etmemişti.

"...senin yüzünden geç kalacağız. Hadi gidelim." Masanın üstündeki minik parıltılı çantamı aldım. Bu akşam, keyfim çok yerindeydi. Dışarı çıkabilecektim, görünmez kafesimin pusladığı zihnimi açabilecektim. Arabanın camından dahi olsa araziyi tanımaya çalışacaktım. Çıktığımız zamandaki ve geldiğimiz zamandaki korumaları kontrol etmeyi de aklımın bir köşesine not etmiştim, böylelikle nöbet değişimi hakkında bir fikir edinebilirdim. Cem'in duvar gibi kaskatı bedenini sollayıp çıkmak istediğimde, önümü kesmişti.

"Dur bakalım, küçük şeytan. Öyle kolay değil. Sen, son günlerde kontrolün kimde olduğunu pek bir unutur oldun? Hayırdır?" Dedi. Sesindeki tehdit, tüylerimi diken diken etmişti. Sınırlarını zorladığımı biliyordum ama ben buydum. Elimdeki tüm güçle ona direnecektim, direnmek zorundaydım. Beni paramparça etmesinin üstünden ne kadar geçmişti ki? O neden değişiyordu? Neydi fikrini değiştiren, keskin bir bıçak gibi sapladığı nefreti neredeydi?

Suçlu HazlarWhere stories live. Discover now