Suçlu Hazlar VI

528 26 13
                                    

Düzenlendi



***

İnsanlığın büyük bir çoğunluğu, alışverişe çıkmak için mükemmel bir zaman olmayacağını savunurdu. İnsanların büyük bir çoğunluğu fena halde yanılıyordu zira mükemmel zaman diye bir şey gerçekten de vardı. Örnek vermem gerekirse bu anı gösterebilirdim. Sonbaharın varla yok arası serinliği, bulutlu havanın kapattığı güneşle birleşip ihtiyacımız olan hava koşulunu sağlıyordu. Ne çok sıcak ne de çok soğuk... Hafta sonu değildi, caddeler normalden biraz daha az kalabalıktı. Ve en önemlisi, yakın iki arkadaşım benimle gelmeyi kabul etmişti.

"Ayaklarıma kara sular indi. Şuraya düşüp bayılırsam şaşırmayın!" Diye homurdanan arkadaşıma ters bir bakış atıp, vitrindeki elbisenin detaylarını incelemeye devam ettim. Sanki kesiminde bir terslik vardı.

"Doğa, mağaza çalışanı üçtür dışarı çıkıp bize baktı. Alacaksan al şu elbiseyi." Alin'in azarlayan sesinin de önemi yoktu. Renk paletini güzel yapmışlardı. Alıp kesimini evde kendim düzeltsem tam istediğim gibi olurdu. Kafamda yapacağım değişiklikleri düşünme seansım, Mari'nin koluma attığı çimdikle bölünmüştü.

"Ne yapıyorsun ya?" Dedim, acıyan noktayı ovalayarak. İnsan düşmanına böyle sert çimdik atmazdı.

"Yürür müsün? Mağaza müdürünü çağırmaya gittiler. Tüymemiz lazım." Ellerindeki poşetleri hoyratça etrafta sallıyordu. Ayakkabılarımı onun taşıdığını hatırlayıp dehşetle tutundum ellerine. Canım Chanel topuklularımı ne hallere sokuyordu.

"Mari! Sallama şu poşetleri!" Derken cüssemden daha geniş poşetleri kucaklıyordum. Gerekirse yavrularımın hepsini ben taşırdım. Alin, ikimizi de kolundan tuttuğu gibi sürüklemeye başlayınca susmak zorunda kaldık. Önümüze çıkan ilk kafeye girip, yumuşak koltuklara yerleşince hepimizden rahatlamış bir nida döküldü. Dört saattir, ayaktaydık. Zayıf ayaklarım sızlıyordu.

"Üzerime tatlı bir şeyler atın. Tercihen sufle." Dedi, Mari. Aramızda aktif olarak spor yapan Alin'in etkilenmemiş hali, spora başlamam için motivasyon oldu ama sonra hemen kaybettim o motivasyonu. Sonuna dek hareketsiz yaşamı savunacaktım... Ter ve yüksek kalp atışı, kapının dışında kalmaya devam edebilirdi. Ben poşetlerimizi kişilere göre ayırırken kızlar da siparişleri veriyordu. Herkesin poşetlerini kendi taraflarına verdim, sol yanımdaki endişe verici yüksekliği göz ardı ediyordum. Fransa'dan dönerken çoğu eşyamı bağışlamıştım, Türkiye'de kendime yeni bir dolap kurmam gerekiyordu. Kısa bir anlığına sessizlik kapladı masayı. Arkadaşlarımın ikisi de telefonlarına gömülmüştü. Normalde bende onların yaptığı gibi telefonuma dönerdim ama mesaj kutumun ne kadar boş olduğunu görerek kendime işkence çektirmeyecektim.

Neden bize yazmıyor?

Beynimin rasyonellikten uzak, kalbime ait olan kısmı kaygıyla fısıldadı. Harika, şimdi bütün neşem kaybolmuştu. Gerçi başından beri keyifsizdim ama artık kendimi oyalayacak bir şeylerim de yoktu. Verdiğim sesli nefes, kızların dikkatini çekmiş olmalı ki ikisi de telefonlarını masaya koyup bakışlarını oturduğum yere çevirmişlerdi.

"Ne oldu?" Dedi Alin merakla. Cem'den en başından beri hoşlanmamıştı. Bir falsosunu yakalama fikriyle heyecanlanmış olmalıydı. Ne olduğunu anlatmak için ağzımı açmıştım ki garson, siparişlerimizi getirmişti. Tekrar yalnız kaldığımızda, soğuk kahvemin pipetini çiğnemeye başladım. İlgi delisi bir kız arkadaş gibi davranmak istemiyordum. Özellikle de bir kız arkadaş olup olmadığımdan emin değilken. İlişkimizin hala bir ismi yoktu. Tanışmamızın üzerinden bir ay geçmişti ve bunun üç haftasını aktif olarak konuşarak geçirmiştik. Düşünebildiğim tek şey oydu, dünyamı yerinden sarsmıştı. İlk randevumuzdan sonra bir kez daha görüşebilmiştik, o da üç gün önceydi. Birkaç satırdan fazla konuşmadığımız, koca üç gün... Yoğun birisi olduğunu, elinden geldiğince bana vakit ayırdığını biliyordum ama yine de...

Suçlu HazlarWhere stories live. Discover now