İçeriye girdiğimizde sesler azalmış olsa da tamamen kesilmemişti. Savaşçılar sanırım insanları sıraya sokmaya çalışıyordu. Emir önden giderken Dougal ile yan yana ilerliyorduk. Birkaç adım arkamızdan ise Oliver ve Fran geliyordu. Rob'un nerede olduğunu bilmiyordum sanırım hâlâ uyuyordu.

"Her konuda olduğu gibi iletişim konusunda da iyisin" Dougal'ın sözleriyle kafamı ona çevirmeden aşağı yukarı salladım.

"İnverness'te halkın sana gösterdikleri saygı sonucu senin de iletişiminin iyi olduğunu biliyorum Dougal. Herkes sana hayran. Savaşa gittiğinde arkandan çocuklar bile gözyaşı döktü." Dougal'ın yanımdaki varlığına dikkatimi vermek istemiyordum çünkü bir yandan gözüm etraftaydı. Buradaki savaşçılar hep kendi aralarında fısıldaşıyordu.

"Onlar beni küçüklüğümden beri tanıyorlar. Çok muhabbet seven biri değilim. Saygılarını onlar için yaptığım işlerle kazandım, sözle değil." Yine kafamı sallarken büyük salona da girmiştik. Dougal sanırım beni utandırmamak için dünkü yakınlaşmamız olmamış gibi davranıyordu fakat bilmiyordu ki ben ona karşı iyice arsız olmuştum.

Salonda birçok savaşçı vardı ve çalışanlar da kahvaltı servisine başlamıştı. Bizim girmemizle tüm savaşçıların gözleri bize dönmüştü.bir tanesinin kalçama baktığını yakalamış ancak savaşçılardan asla böyle bir terbiyesizlik görmediğim için dalgınlığına gelmistir diye dusunup önemsememiştim. Bu adamlar sonuç olarak burada yaşada da Mclenan savaşçılarıydı.   

Dougal, masayı işaret ederken Emir önden giderek çoktan masaya oturmuştu bile. Dougal en başa geçerken ben de Emir'in yanına oturup "Rob nerede?" Diye fısıldadım." Emir yamuk bir gülüşle "yorgundur" dediğinde kaşlarımı çatarak ona döndüm ama dönerken tam karşıma oturan Oliver'la kısa bir an göz göze geldim. Surat ifadesi hâlâ sinirli duruyordu.

"Ne yorgunluğu bu? Gece kaçta uyudunuz ki?" Dediğimde gözlerim yine Oliver'a dönmüştü. Rob ne olursa olsun gün aymadan uyanırdı.

"Reis, onlara böyle bir imtiyaz vermeniz bence yanlış. Talepleri hiç bitmiyor. Doyumsuzlar" demişti Oliver. Emir de ona kulak kesilip soruma cevap vermemişti. Şimdi ikimiz de Dougal'a bakıyorduk.

Dougal sırtını sandalyeye yaslarken dik bir şekilde duruyordu. "Bir senedir kendi yöntemini uyguluyorsun zaten. Sana bunun için yetki vermiştim değil mi? Bana halktaki sıkıntılardan bahsettiğini hiç okumadım mektuplarında Oliver." Dougal'ın sakin sesiyle bile masalardaki kaşık ve çatal sesleri anında susmuştu. Oliver'ın gözlerinde öfkenin kıvılcımları tuzla buz olurken yerini paniğe bıraksa da sinirli hali geçmiyordu.

"Siz onların konuşmalarına bakmayın, ufak tefek sıkıntıları çok büyütüyorlar. Ben onların dilinden anlıyorum dilerseniz kendinizi hiç yormayın zaten bugün gideceksiniz. Kalenizin tadını çıkartın efendim" Oliver'ın sözleriyle tek kaşımı otomatik olarak kaldırdım.

"Sen ne dediğinin farkında mısın Oliver?" Dougal'ın sesi yine sakin çıksa da az sonra patlayacağını biliyordum. Oliver ile tekrar göz göze geldiğimizde bana bakarak devam etti sözlerine.

"Reisim, az önce onlarla görüşmek için siz değil leydi Tuğra söz verdi. Kendisinin Kurt klanı varisi olduğunu bilmiyordum bile, yine de kadınların bu tarz işlerde konuşması uygun olmaz. Halk sizi zayıf olarak görebilir."

Dougal'ın masanın altından sıktığı yumruklarını gördüğümde onunla göz göze gelmiştik. Gülümseyerek gözlerimi kapatıp açtığımda, Dougal adamı öldürmeden konuşmaya karar verdim ancak Oliver ölmeye ant içmiş gibi cümlesine devam etti.

"Ayrıca kardeşi lord Emir dururken leydi Tuğra'nın orada konuşması hiç uygun olmadı." Diyerek Emir'e küçük bir bakış atınca Emir de bana döndü.

TUĞRA [İNVERNESS 1]Onde as histórias ganham vida. Descobre agora