53

134 21 59
                                    

Ten

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Ten

Jeolla'ya gidişimiz, Arumları bulmak için yaptığımız yolculuktan daha olaysızdı. Tabii Taeyong'la Jeno'nun didişmesi ve bazı otoyolların içler acısı halde olması sayılmazsa. Bu sefer arabaların içine bakmayacak kadar akıllıydım ama Yuta belli ki bu hataya düşmüştü. Arada bir onun ön koltuktan yıkımı izlediğini görüyor, sonra hıçkırıklarını bastırırcasına hafif sesler çıkardığını duyuyordum. Onun da bu katliamda payı var mıydı bilmesem bile vicdanen kendini sorumlu hissettiğini görebiliyordum. Belki fiziksel olarak kimseye bir zarar vermemişti, belki de vermişti ama iki durumda da ne olursa olsun yaptıkları sayısız cana mal olan bir domino etkisine yol açmış olabilir miydi? Onu anlayabiliyordum ve Yuta pencereden bakmaya kendini kaptıracak gibi olunca Winwin'in elinin ona uzandığını görüp sevinmiştim. Kardeşlerini geride bırakıp bizimle gelmeyi seçmişti, onun da Yuta'yı özlediğini ve bu anlarda onun yanında olmak istediğini biliyordum. Bunun yanında Kun ve Yangyang, Taeil ile birlikte Johnny aracılığıyla tesise gitme kararı almışlardı. Bu kadar kişi ortaya çıkmanın şüpheli göründüğünü düşünüyorlardı ve biraz da olsa haklılardı. Bu yüzden Chenle, Johnny ile iletişim kurduktan sonra onları aldırmak için birilerini göndereceğini söylemiş ve o zaman kadar da idare etmelerini istemişti. Şimdilik yapabileceğimiz tek şey bu plana sadık kalıp Johnny ve kardeşine güvenmekti.

Güney Jeolla'ya, evime yaklaştıkça Yuta'yı düşünmeyi yavaş yavaş bıraktığım zamanlara girmiştim. Otoyoldan Güney Jeolla'ya saptığımız anda kalbim dışarı çıkmak istercesine tepinmeye ve dans etmeye başlamıştı bile. Dünyanın bu küçücük parçasında her şey normal görünüyordu. Hepi topu bir avuç trafik ışığı olan bu kasaba, dünyanın başına gelenlerden nasibini almamış gibiydi. Tek fark, kasabanın ana caddesinden ilerlerken sokaklarda hiç kimsenin olmamasıydı. Kaldırımlarda yürüyen tek bir insan bile yoktu. Sağda solda tek tük arabalar göze çarpıyordu fakat herkes kendini evine kapatmış gibiydi. Bununla da kalmıyordu. "Siktir.." Jeno bizi, gitmemiz gereken yere götürecek en yakın yola hızla saparken direksiyon tutan eklemleri bembeyaz kesilerek konuşmuştu. "Her yerdeler." Açıklamaya gerek yoktu. Luxenlerden söz ediyordu. 

Taeyong ön koltukların arasından uzanıp tek elini erkek kardeşinin omzuna koyarken onunla konuşmamıştı fakat Yuta'nın beti benzi atmış şekilde yolu izlediğini görebiliyordum. Midemde kalbimin oyununa katılmış, kalbim çaldıkça bulanmaya başlamıştı. 

Arkadaşım, punca zamandır zarif bir prense benzettiğim ama aynı zamanda da terminatöre dönüşebilen arkadaşım başını öne eğerek yüksek sesle konuşmuştu. "Onu duyabiliyorum ama iyiyim. Sizinleyim." Winwin'e bakışı burada neden olduğumuzu ve ne yapmaya geldiğimizi bana unutturabilecek cinstendi. "Bana bir şey olmayacak." Öyle olmasını umut ediyordum. Gırtlağımıza kadar düşman bölgesinde olduğumuz su götürmezdi. Burada olduğumuzu öğrenmeleri an meselesiydi. Belki de daha şimdiden biliyorlardı. Arum ve asker desteği ise hâlâ saatlerce uzaktaydı. Bir anda her şey ters gidebilirdi çünkü bile bile tuzağın içine giriyorduk. Yuta ile Taeyong'un Jiwon'a yaklaşabilmesi için düşmanı kandıracak kadar iyi rol yapmaları gerekiyordu. Öyle inandırıcı olacaklardı ki, gerçekten taraf değiştirmesinler diye dua edecek hale gelmeliydim. Yine de içimde bir korku vardı. Kanımda bir gölge gibi geziniyor, zihnimin bir köşesinden eksik olmuyor, midemde taş gibi oturuyordu.

Akis-μός - taetenWhere stories live. Discover now