52

145 19 24
                                    

Taeyong

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Taeyong

Ayağımı Lotho'nun suratına gömmemek için tüm irademi kullanıyordum. Arum düpedüz zırdeliydi. Aklını kaçırmıştı, her yanı minder kaplı bir hücreye kapatılması gerekirdi. Daha da iyisi, her yanı metal kazıklarla dolu bir hücreye kapatılıp içeri de bir güzel zıplatılmalıydı. Ağzını burnunu kırmaya can atıyordum. Ama aptal da değildim. Johnny'yle erkek kardeşi Lotho'nun çok kuvvetli olduğunu söylerken abartmamıştı. Odada sergilediği azıcık güç bile bundan çok daha fazlasını yapabilecek potansiyelde olduğunun, harbiden birbirimize girecek olsak işin çirkinleşebileceğinin belirtisiydi. Şu anda kayanın, toprağın içine oyulmuşa benzeyen küçük bir odadaydık. Rutubet kokuyordu ve duvara yerleştirilmiş meşaleler içeriyi pek de aydınlatmıyordu. Ten hep olmasını arzuladığım yerde, kucağımdaydı ve parmaklarımla masaj yapıyor, ensesindeki, omuzlarındaki adaleleri gevşetiyordum. Lotho'nun odasından çıktığımızdan beri sessizdi ve tek istediğinin buradan gitmek olduğu gün gibi aşikârdı. Benim de istediğim buydu.

"Hepsini bir araya toplamak bir iki günümü alır." Lotho viskiden votkaya geçmişti ve bu odaya geldiğimizden beri -ki yarım saat kadar olmuştu- şişenin yarısını mideye indirmişti. Arum'un alkol zehirlenmesinden gidip gitmeyeceğini merak ediyordum. "Benim çocuklardan birkaçı gözcülük yapmaya, dışarı çıktı." Johnny kapının yanında duvara yaslanmış duruyordu. Gayet rahat görünse de, gözlerinden harekete geçmeye hazır olduğu anlaşılıyordu. "Size ne kadar zaman tanıdılar?" Hükümetin e-bombaları patlatmak için sabırsızlandığını anlatırken çok da hevesli değildim ama bütün detayları bilmeleri gerektiğini düşünüyordum. Böylece kısa süreli ateşkesimizin tüm şartları ortada olurdu. 

"Aşağı yukarı dört gün zamanımız var." Jeno yanımdaki sandalyeye oturarak Arum'u cevaplarken yüz ifadelerinden pek bir şey anlamışmıyordu. "Ama kolları ne kadar erken sıvarsak o kadar iyi." 

"Tabii ya..." Lotho şişeyi yine kafasına dikince Ten'in yapmayı çok sevdiği şu göz devirme işine kalkışmama ramak kalmıştı. "Tetikteki elleri kaşınmasın diye, değil mi?" Jeno,  Arumların liderini süzüp başıyla onaylamıştı. "Dediğim gibi, bana bir iki gün yeter. İnsan efendilerinize söyleyin, orada olacağız." İnsan efendilerimiz mi? Kollarımı indirip Ten'in beline sarılırken gözlerimi sakin olmaya çalışarak kapatmıştım. 

"Nereye gideceğiz demiştin?" 

"Şu anda Güney Jeolla'daki Roan Dağı'na gelmenizi istiyorlar." Jeno bir kez daha açıklarken Arum'un bu deli bünyesi beni sahiden de sinir ediyordu. Onun Arum olup olmaması bile şu anda önemli değildi. Sadece karakteri yüzünden bile ona saldırmak istiyordum. "Durum değişirse-" 

"Haber vereceksiniz." Lotho, kumaş pantolonun arka cebini yoklarken aşağılık herifin hâlâ üstüne bir gömlek bulamamış -hatta bırakın gömleği bir tişört bile, kıytırık bir hırka bile yeterdi- olması sinirimi bozmuştu. "Tamamdır." Duraksayıp şişeyi sol tarafa doğru, yere fırlatınca cam tuzla buz olmuş halde yerdeydi. O salak simasıyla gülüyordu ve daha ne kadar bu dengesize katlanacağımızı sorguluyordum. "Orada olacağımıza söz veriyoruz. Sözümüzden dönmeyiz." Johnny'ye doğru bakınca başıyla onaylamıştı. "Türdeşlerim ve ben, hem ödeşme hem de beslenme fırsatını hayatta kaçırmayız." Sonrasında kapıyı gösterince Ten onun ne yapmaya çalıştığını anlayamadığı için kapıya doğru bakmıştı. Ancak ben anlıyordum. Kovuluyorduk. "Sizinle sohbet etmek güzeldi, yakında tekrar görüşeceğiz zaten. Ama şimdi hepinizin gitmesi gerekiyor. Hiçbiriniz burada hoş karşılanmıyorsunuz. Sen dâhil." Johnny tereddüt bile etmeden yüzündeki sırıtışı gizlemeye gerek görmeden kendini itip duvardan uzaklaşınca onu kendime benzetmeden duramamıştım. Çünkü ben de türdeşlerimin benden ne derece nefret ettiğini umursamadan bu yolda yalnız olmayı kabullenmiştim. O da yalnızdı. "Haberleşeceğiz." 

Akis-μός - taetenWhere stories live. Discover now