2

576 51 57
                                    

Pazartesi günü bloguma bir şey yazmamamın temel nedeni, genellikle o gün 'ne okuyorsun' türünde bir şeylere ayırıyor olmam ve şu anda yeni bir şeyler okumamamdı. Onun yerine zavallı arabamın banyoya ihtiyacı olduğuna karar vermiştim ve temizlik için bulduğum ne varsa hepsiyle bahçeye çıkmıştım. Annem uyanık olsaydı yazın dizüstü bilgisayarıma zincirlenmiş oturmak yerine dışarıda olduğunu görüp benimle gurur duyardı. Ara sıra yaptığım bahçe işi dışında tam bir ev kuşuydum.

Gökyüzü berraktı ve havada çam kokusu ile karışık hafif bir misk kokusu vardı. Arabanın içini temizlemeye başladıktan kısa süre sonra bir sürü tükenmez kalem ve ıslak mendil paketi bulmak beni fazla şaşırtmamıştı. Ancak kitap çantamı arka koltukta görünce kendimi kötü hissetmekten alamamıştım. Birkaç hafta sonra yeni bir okula başlayacaktım ve Yuta'nın etrafı arkadaşları ile çevrili olacaktı. Muhtemelen Taeyong'un onayladığı arkadaşlardı bunlar. Ve içlerinde ben yoktum. Çünkü benim torbacı olduğumu düşündüğü açıktı.

Bunları düşünmek içimde adlandıramayacağım boktan bir his yarattığında fazla oyalanmadan bir kova ile hortum çıkardım ve arabanın çoğunu sabunladım ama tavanın üstüne geldiğimde tek yaptığım kendimi sırılsıklam ıslatmak ve süngeri seksen kez yere düşürmek olmuştu. Tavana hangi taraftan saldırmaya çalışırsam çalışayım işe yaramıyordu ve süngeri her düşürüşümde çakıl taşları ve çimlerle kaplanıyordu. Söverek bütün o çakıl ve çimleri temizlemeye başladığımda aslında tam olarak süngeri yakındaki ormana fırlatıp atmak istiyordum. Ancak yapabildiğim tek şey öfkeyle köpük dolu kovaya fırlatmaktı.

"Biraz yardıma ihtiyacın var gibi." Kendi öfkem ve sessizliğim içinde o kadar kaybolmuştum ki yakınlarda ki ses yerimden sıçramama yetmişti. Ancak bozuntuya vermeden sanki hiç irkilmemişim gibi geri dönüp baktığımda Taeyong benden bir adım uzakta duruyordu. Ellerini kotunun cebine sokmuştu ve parlak gözleri günışığında daha açık renk görünüyordu.

Aniden ortaya çıkması beni ürkütmüştü. Onun yaklaştığını duymamıştım bile. Bir insan, nasıl bu kadar hızlı hareket edebilirdi bilmiyordum. Bunu ne kadar sorgularsam sorgulayayım mantıklı bir sonuca ulaşamamıştım. Kısa bir süre onu süzdüğümde yüzünde ki o ifade aynıydı. İşe bakın, üzerinde bir de tişörtü vardı. Minnettar mı olmalıydım yoksa hayal kırıklığı içinde mi, emin değildim. Malum, bir önceki sefer o bembeyaz ten rengini görememek beni epey üzmüştü. Ancak benim bunu düşünmüyor olmam gerekirdi çünkü adam beni en son bahçemdeki ağaca yapıştırmıştı. Kendimi toparlayıp kaçınılmaz sözlü hezimet için hazır olup olmadığımı sorguladım.

Gülümsemiyordu ama hiç değilse bu kez beni öldürmek istiyormuş gibi de gözükmüyordu. Yüzünde zoraki bir teslimiyet ifadesi vardı. Muhtemelen, çıkmasını iple çektiğim bir kitaba
olumsuz yorum yazmak zorunda kaldığımda ben de böyle görünüyordum.

"Süngeri yine fırlatmak istiyor gibisin." Çenesiyle, sabunlu suyun üstünde yüzen süngeri işaret etti. "Masum bir sünger hayatını kaybetmeden müdahale edip bu günkü iyiliğimi yapayım diye düşündüm." Ne diyeceğimi bilemeden nemli birkaç tutam saçımı gözümden çektim. Taeyong çabucak eğilip süngeri aldı ve fazla suyunu sıktı.

"Araba değil de sen yıkanmış gibi duruyorsun. Araba yıkamanın bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim ama son on beş dakikadır seni izleyince bunun bir olimpiyat sporu olması
gerektiğine ikna oldum." Soğuk sesi yüzünden tuhaf bir rahatsızlık içime otururken kaşlarım ister istemez çatılmıştı. 

"Beni mi izliyordun?" Ürkütücüydü bu. Karnımda bir ağrıya sebep olacak türdendi. Ve benim bundan tamamen habersiz olmam tüyler ürperticiydi. Ancak o yalnızca omuzlarını silkmişti.

Akis-μός - taetenWhere stories live. Discover now