5

2.2K 103 7
                                    

Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir..
            ~ Mustafa Kemal Atatürk
****

Yazardan

Hayat ne kadar garip değil mi doğarız büyürüz ve ölürüz. Ölümün ne zaman kapına geleceğini bilemezsin ama hep bir nefes gibi yanındadır. Ölüm o günde ateş timi için bir nefes gibi yanındaydı. Aybüke onlar için sadece bir komutan değildi kardeşti, ablaydı. Tim ilk toplandığında sert ve soğuk yapısı hepsini korkutmuştu aslında ama tanıdıkça ne kadar iyi bir insan olduğunu ama yaşadıklarının ağırlığı yüzünden kendine maske taktığını anlamışlardı. Kolay şeyler yaşamamıştı Aybüke asker olmak istediği zaman karşı çıkan bir ailesi vardı onlara sırtını dönüp asker olmuştu. Akademi de daha ilk günlerinde aşk denen o lanet duyguyla tanışmıştı ama aşık olduğu adam kardeşlerine zorla dokunmaya çalışmıştı. Aybüke'nin eğitimlerde öğrendikleri olmasaydı belkide dokunurdu. Daha sonraları akademide, görev yaptığı yerlerde sırf kadın diye hakkında neler neler dediler 'torpilli', 'acaba hangi komutanın altına yattı' bir insan bir kadın kendi emeğiyle buralara gelemez miydi? 
Çok çalıştı Aybüke kendini aşka kapattı. Kalbi sadece vatanı için attı. Hakkında söylenen şeylere artık üzülmemeyi öğrendi. Onun için en zoru eğer bir gün şehit düşerse timini geride bırakacak olmasıydı. Canını verirdi onlar için. Kimseye kolay kolay güvenemez, kolay bağ kuramazdı. Ateş ile de başta zorlandı ama sonra hepsini kardeşi yerine koydu. Onlardan birine bir şey olsa Aybüke'nin canı yanardı. Yaklaşık beş yıldır beraberlerdi onlar artık aile olmuşlardı..

Aybüke'nin gözlerinin kapanmasıyla bütün timin gözlerinden yaşlar akmaya başladı. "Komutanım haber verin ambulansı hazırlasınlar, gözleri kapandı. Söyleyin ne olur hızlı gelsin helikopter ne olur" Emre'nin yalvarırcasına söylediği sözler sonunda kendine gelen Bilge Kağan hemen alayı arayarak her şeyi anlattı. Emre hem ağlıyor hemde canından çok sevdiği kardeşinin yarasına baskı uyguluyordu ama kan durmak bilmiyordu. Çok korkuyorlardı ya ona bir şey olursa ne yaparlardı.

Bilge Kağan ise pişmandı. Eğer Aybükeyi dinleseydi ne pusuya düşerlerdi ne esir alınırlardı ne de Aybüke vurulurdu. Çok pişmandı. Ama pişmanlıktan başka hissettiği bir duygu daha vardı. Ne olduğunu bilmiyordu ama sanki bir el boğazına yapışmış nefesini kesiyordu. Aybüke iyi olsun istiyordu, nefes alsın isterse ona gözleriyle alev saçmaya devam etsin istiyordu. Neydi bu duygunun adı neden daha önce ortaya çıkmamıştı bilmiyordu.

Yaklaşık yarım saat sonra helikopter gelmişti. Dikkat ederek Aybükeyi helikoptere bindirip kendileri de bindi. Helikopter hala hareket halindeyken Mert, Aybüke'nin nabzını kontrol etti. Ama hiç bir şey hissedemedi. "Ko-komutanım atmıyor" zorlukla çıktı ağzından kelimeler. "Ne atmıyor oğlum" korkuyla hepsi Mert'e baktı. Vereceği cevaptan korkuyordu hepsi. "Ka-kalbi komutanım a-atmıyor" artık titriyordu. Hiç biri harekete geçmedi hepsi şoktaydı. Bilge Kağan hemen kalp masajına başladı. İçinden sayıyordu. 1,2,3,4,5 nabız yok. Tekrardan başladı. 1,2,3,4,5 nabız yine yok. Bu hareketi tekrar tekrar denedi ama olumlu bir sonuç alamadı. Tam umudunu kaybetmişti ama orta parmağına vuran nabız sesiyle yüzünde gülümseme oluştu. Gitmemişti, bırakmamıştı ailesini. Bilge Kağan yüzünde gülümsemesiyle time bakarak "Döndü" dedi ve içine derin bir nefes çekti. O an timin aklından sadece bizi bırakmadı, gitmedi bizden geçiyordu. Canımızı istesin verelim ama ona/onlara bir şey olmasın diyorlardı.

Helikopter iniş yaptığı sırada hemen Aybükeyi çıkardılar ve sağlık görevlilerine teslim ettiler. Kendileri önce albaya selam verip sonra ise arabaya atlayıp hastaneye gitmeye başladılar. Hepsinin üstü kan olmuştu. Ama Mert ve Emre'nin elindeki kan kardeşlerine aitti. Aybüke'nin ardından hastaneye girdiklerinde bütün gözler onları buldu. Gözleri doldu insanların dualar etmeye başladılar. Çünkü içerideki o asker şehit düşerse tek bir eve değil bütün ülkeye ateş düşecekti. Çünkü onlar bu vatanı korumak için dağlarda aç, susuz geziyorlardı. Bunların hepsi vatana, millete zeval gelmesin diyeydi. Bütün askerler bu vatanın evladıydı onlara bir şey olması demek ülkeye ateş düşmesi demekti.

Aybüke ise hastaneye gelir gelmez ameliyata alındı. Omzundaki yara kötü değildi ama karnındaki yarası kötü bir yere isabet etmişti eğer bir santim daha aşağı gelse bütün iç organları iflas edebilirdi. O bir santim kurtardı belkide hayatını.

Zaman geçmek bilmiyordu timin endişeleri giderek artıyor ve kimse bur açıklama yapmıyordu. Zordu ameliyathane önünde beklemek canlarından can gidiyordu.

İki saat sonra içeriden bir hemşire çıktı. "Hastanın acil 0 rh- kana ihtiyacı var." dedi. Hiç birinin kan grubu uyuşmuyordu. Tam o esnada bir ses duyuldu. "Benim kan grubum uyuyor benden alın lütfen" bu adam kibar olabiliyor muydu. Kağan yüzbaşı, hemşireyle birlikte kan vermeye gitti.
"Abi gitmez dimi" diye soru sordu Burak. "Gitmez tabi oğlum ne zaman bizi bırakıp gitti de şimdi gitsin" Mert kendi de buna inanmak istiyordu. "Hatırlıyor musunuz Mert kolundan vurulduğunda kolu iyileştikten sonra bir tur da o dövmüştü Mert'i bizde aynısını ona mı yapsak belki akıllanır da bir daha bizi böyle korkutmaz" bir teori sundu ortaya Emre. "He abi bunu yapalım sonra götümüzde bomba patlatsın dimi ben daha canıma susamadım" Görkem'in bunu demesiyle timden gülme sesleri yükseldi doğruydu yapardı.

Dördüncü saatin sonunda hepsi hala kapıda bekliyordu. Hiç biri gitmemişti Bilge Kağan bile halbuki alaya dönüp rapor vermesi gerekiyordu ama yapmamıştı. Şuan sadece Aybükeyi düşünüyordu.

Beşinci saat geride kalırken kapı açıldı ve içeriden doktor çıktı. "Komutanımız nasıl doktor bey" hepsinden aynı soru çıkmıştı. "Öncelikle geçmiş olsun, kolundaki yaraya dikiş atıldı her hangi bir sorun yok. Karnında ki yara ise bizi biraz zorladı kurşun içerideydi ve yeri oldukça kötüydü eğer bir santim aşağıdan gelseydi hastayı kurtaramazdık. Ama merak etmeyin hastanın durumu şuan stabil önlem amaçlı kırk sekiz saat yoğun bakımda uyutacağız sonrasında değerlerine bakıp normal odada uyanmasını bekleyeceğiz" deyip giden doktorlar hepsinden 'şükürler olsun' nidaları yükseldi. Bekleyeceklerdi evet belki zordu ama en zor kısmı geride bırakmışlardı buradan sonra hayatta bırakıp gitmezdi.

Bilge Kağan zorlukla hatta emir vererek hepsini eve gönderdi. Hepsi uykusuzdu üstleri toz topraktı kendininde onlardan farkı yoktu ama olsundu. Diğerleri gelince de o giderdi.

Aybüke yoğun bakımda ikinci günüde geride bıraktı. Herhangi bir sorun yoktu, kontrolleri yapıldıktan sonra herhangi bir sorun yoksa normal odaya alacaklardı. Bu iki günde Ateş timi bütün uğraşlara rağmen yoğun bakımın önünden ayrılmadılar. Kağan ise bir iki kere sadece alaya gitmek zorunda kaldığı için gitti.

Doktorlar kontrol için Aybüke'nin yanına girdiler. Bütün değerlerine baktılar, yarasına pansuman yapıldı her şey yolundaydı. Doktor odadan çıktı. Daha kimse sormadan açıklamaya yapmaya başladı çünkü hemen başlamazsa soru yağmuruna tutulabilirdi. İki buçuk günde akla gelmeyen sorular bile sormuşlardı. "Hastamızın durumu şuan gayet iyi son hazırlıklar yapıldıktan sonra normal odaya alınacak, geçmiş olsun" dedi ve gitti. Arkasında ise mutlu bir aile bıraktı.

Şuan hepsi büyük bir heyecanla Aybüke'nin uyanmasını bekliyordu. Beş dakika yerlerinde duramıyorlardı. Emre, Görkem ve Burak'ı gelince yemesi için bir şeyler almaya gönderdi hastane yemeklerini yemezdi biliyorlardı. Umay'ı ise evine uyandıktan sonra giymesi için kıyafet almaya gönderdi bu kıyafetlerle uyanınca rahat edemezdi. Mert'i de Umayla gönderdi yardım etsin diye. Odada bir o birde yüzbaşı kaldı. Mert kahve almak için kafeteryaya indiğinde Bilge Kağan, Aybüke'nin yanına oturdu. Elleri sanki yolu biliyormuşçasına güzel gülüşlü kadının saçlarına gitti. Dokunmadı ama o saçlara içinde yeşeren duygulara rağmen. Anlayamıyordu neydi bu duygunun adı sanki gözünü kapasa kaybolacakmış gibi şuan olan bu duygu neden daha önce yoktu. Kaybetme korkusu içinde yeşeren duyguları ortaya çıkardı aslında ama bilmiyordu, öğrenecekti.

Bir saat geçmeden bütün tim yeniden odada toplanmıştı. Mert'in geleceklerinden haberi olduğu için onlara kahve aldı. Bekliyorlardı şuan ne yapacaklardı ki başka.

On beş dakika ya geçti ya geçmedi Umay, Aybüke'nin elini kıpırdattığını gördü başta hayal sansa da değildi. "Elini oynattı" bağırarak konuştu. Hepsi yatağın başına toplandı sevinçle. Aybüke ise yavaş yavaş araladı gözlerini yeniden hayata. Ağzından çıkan ilk kelimeler ise "Siz iyi misiniz" olmuştu..

****
Ne zormuş ilahi bakış açısıyla yazı yazmak amk

Oy vermeyi unutmayınız efendim..💋

ASENA VE BOZKURTDär berättelser lever. Upptäck nu